"Özgür” çocuk yetiştirmek, özgürlüğü elinden alınarak yetişmiş gençlerin anne-baba olduklarındaki “ideal”leri. İsimleri kulağa güzel gelen özgür çocuklara baktığımızda ne görebiliriz? Bazen amaçsızca oradan oraya koşuşturan bir ufaklık... Bazen sağa sola özgürce zarar veren, bunu da “ne olacak ki?” diyerek açıklayan bir ergen. Babası kırmızı ışıkta geçmeyi topluma isyan olarak, annesi kuyrukta ön sıraya “kaynamayı” özgürlük mücadelesi olarak görüyorsa, “özgür” çocuk da zayıf bulduğu çocuğu ezmeyi “o da karşı koyma özgürlüğünü kullansaydı,” diyerek açıklayabiliyor. Bu gerçek olaylar, anlamsız sorumluluklar altına sokmaktan çekinmediğimiz çocukların bulabildikleri özgürlüğü anlatıyor.
Orta bir yurttaşlık dersinde bir ilke öğrenmiştik, hâlâ doğru olduğunu düşünüyorum: Özgür olmanın sınırı başkalarının özgürlüğüdür.
23 Eylül 2010 Perşembe
DEHB hk görüşlerimi toparlayan bir yazı; kitabın önsözü ve birkaç yazının bileşimi
“Dikkatim dağınık, çok dalgınım. Unutkanım, belki de hatırlamam gerekenler çok fazla geliyor. Hiç bir şeye yetişemiyor, hiç bir ödevimi/işimi zamanında tamamlayamıyorum. Plansızca hareket ettiğimi söylüyorlar. Sonrasını düşünmeden... Kredi kartı borcumu, banka kredisi alıp ödemeye kalktım diye, hesap kitap bilmez ilan ettiler.
Sabırsızım, beklemek en büyük eziyet. İçimden geleni yapmak istiyorum; yaptıklarıma sonradan dönüp baktığımda sonuçlarını pek iyi hesap edememiş olduğumu görüyor,pişman oluyorum.
Çok sıcakkanlıyım, kolayca arkadaş oluyorum, ama nedense arkadaşlıklarım (ilişkilerim) pek uzun sürmüyor. Ya da, istediğim kadar derin olmuyor. Annem, babam yanlış kişilerle arkadaş olduğumu söylemiştir hep. Sınıfta arkadaşlarımı güldürmekte, ders kaynatmakta üstüme yoktu. Notlara önem vermedim. Okul hayatında başarısız, iş hayatında başarılı olan bir çok kişi vardı. Ben de, öyle olurum diye düşünmüştüm..
İşin kolayını, kestirmesini bulmakta ustayımdır. Ama bu bir problem olabiliyor, pek doğru sayılmayan yollardan gittiğim için başımın derde girdiği olmuştur. Tutkuyla bağlandığım uğraşlarımdan bir süre sonra sıkılmış buluyorum kendimi. Nereden girdim bu işe, dediğim çok olur. Çabuk heveslenir, hevesimi de çabuk kaybederim Hayatıma dönüp baktığımda, büyük heveslerle başlanmış ama yarım kalmış ilişkilerle, tamamlanmamış işlerle, eksik gedik projelerle doldurmuş olduğumu görüyorum.”
Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olarak tanılanmış bir kişi ile psikiyatrının görüşmesine kulak misafiri olanlar, yukarıdakine benzer bir çok yaşantı ayrıntısını öğrenirler. Kişinin yaşına göre ön plana çıkan meseleler değişebilir. Kişi bir çocuk ise, ders dinleme, sınıf ya da ev düzenine uyma, ödevler ve sınavlar, bu uyumsuzluklar ya da görevlerden kaçınma sebebiyle öğretmeni ya da anne-babası ile ilişkilerinde zorlanmalar ağır basar. Çok küçük bir çocuk ise, dil gelişimi gecikebilir, ya da yuvaya ayak uydurmakta zorlanabilir. Okula başlangıç döneminde ise okuma yazmada gecikme, okul çağında diğer çocuklara kendini kabul ettirmek için zor kullanmaktan başka yol bilemediğinden yalnızlaşma, ön plana geçebilir. Ergenlik döneminde, yerinde duramama, kıpır kıpırlık genellikle geri gelmemek üzere kaybolur. Yerini telaşa, aceleciliğe, gerginliğe ya da karamsarlığa (görünürde bir “iyimser”liğe, her şeyin kendiliğinden hallolacağına olan bir inanca) bırakır. Dalgınlık, plansızlık, dağınıklık etkisini arttırarak sürer. Hayatın yükleri ve sorumlulukları çoğaldıkça, yetişememe, yetememe kaynaklı sorunlar artar.
DEHB tanısı alanların (ya da almaya uygun davranış ve gelişim profili gösteren çocukların) en az üçte biri ergenlikten başlayarak yetişkin yaşlara sarktıkça çapraşıklaşan, hayatın her alanını etkileyen bir sorun yumağıyla, kaynağını nedenini bilemedikleri bir kaygı ve gerilim duygusuyla karşılaşurlar.
Ödev tesliminde zorlanan öğrenci, taahhütleri, projeleri tamamlamakta zorlanan ya da borçları zamanında ödemekte zorlanan bir birey olarak devam edebilir. Paranın idaresi, ailenin sürdürümü, eş ve çocuklarla ilişkiler, bir türlü istendiği ya da hayal edildiği gibi olmaz, hep bir problem çıkar. Sorumsuzluk, sabırsızlık gibi özellikler çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe devam eden etiketler olarak “hiperaktif çocuk”un üzerinde kalır.
Belki sorunların hepsini, her birini aynı anda ve aynı kişide bir arada görmezsiniz. Hayatın değişik dönemlerinde öne çıkan problem davranışların ortak paydası görev ve sorumluluk niteliği taşıyan durumlarda ortaya çıkmalarıdır. Kişinin yaşına ve içinde olduğu yaşam dönemine bağlı olarak DEHB okul, aile, arkadaşlık, iş ve toplumla ilişkiler alanında zorluklar yaratır.
DEHB’nin tedavi edilmesi, gelişimin yolunun açılması bu zorlukları önlemek, çocuğun ve ergenin hayattan hakkını alabilmesi için bir gereklilik olarak ortaya çıkabilir. “Dikkati bırakalım dağınık mı kalsın, yoksa düzeltilmesi için yardım mı edelim?”in cevabı, psikiyatrın aile ve çocuk/ergen ile beraber durumu değerlendirip vereceği karara bağlı olacaktır.
Peki, DEHB bir modern zaman icadı mı?
Dikkat eksikliği, dağınıklık ya da acelecilik gibi hepimizin zaman zaman gösterebildiği tipte davranışları bir sendrom olarak ele almak bir çoğumuza zor anlaşılır gelebilir..DEHB’deki fark, bu herkeste olabilecek cinsten davranışsal sorunları toplumun yaklaşık yüzde 5’inde neredeyse sürekli, birden çok ortamda ve bireyin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesini, gelişimini ve toplumsal hayatta yer almasını engelleyici biçimde yaşanmasındadır. DEHB gelişimin temel ilkelerinden birisi olan zorluklara dayanıklılığın gelişmesine fırsat vermemektedir. DEHB bütün bu etkilerine ve yol açtığı zarara karşın, varlığı yokluğu üzerine bilim dünyasının dışında en çok tartışılan rahatsızlıklardan birisi olmuştur. DEHB kavramına ve ilaç tedavilerine itiraz edenler, görüşlerini (bilimsel yöntemle getirilecek eleştirilerin olacağı) bilimsel dergilerden uzak durarak, internet ortamında veya popüler yayınlarda dile getirmektedirler. Bu durum verilere dayanarak tartışmayı zorlaştırmakta, bilimsel dayanağı olan karşı görüşler ortaya çıkmasını engellemektedir. Bu tartışmalara birkaç örnek ve bilim perspektifinden bakarak verilebilecek birkaç yanıt:
Modern hayat temposundaki baş döndürücü hızlanmanın bir ürünü müdür? DEHB olan bireylerin yaygın şikayeti olan zihinsel yorgunluk, dikkat ve konsantrasyon sistemlerinin gündelik taleplere yetişememesinin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Neden bazı bireyler bu etkiyi bir hastalık boyutunda yaşamaktadırlar? Genetik ve nörobiyolojik açıklamalar bir yatkınlığa işaret eder. Yatkınlığı en yüksek düzeyde taşıyanlar, zorlayıcı koşullarda hastalanabilmektedirler.
.DEHB ilaç tekellerinin bir buluşu mudur? DEHB tedavisinin ilaç firmaları için önemli bir kazanç alanı olduğu gerçektir. Bu işten birilerinin kazanç sağlıyor olması, DEHByi çocukların gelişimini engelleyen, yetişkinlerin hayata konsantre olmasını önleyen bir bağımsız durum olmaktan çıkartmaya yetmez.
DEHB anne-babaların yetersiz kalmasının, çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmemelerinin, sınır koymaksızın ve işlerine geldiği gibi çocuk büyütme yönelimlerinin bir sonucu mudur? Günümüzde birçok anne-babanın dürtü kontrolu zayıf, hiçbir şeye konsantre olamayan, “doymak bilmeyen” çocuklar yetiştirdiği görüşünde doğruluk payı var. Ancak bu durumun DEHB ile ilişkisi nedir? DEHB olan çocukların çoğunun anne-babası bu problemle karşılaşana dek, sorumluluklarını yapmaktan kaçınmayan insanlarken, burada neden aksıyorlar? Çocukların kendilerini kontrol becerilerinin yetersizliği nedeniyle anne-babalarından alabilecekleri duygusal desteği ve terbiyeyi yeterince alamamakta olduklarını görüyoruz. DEHB tedavisi sonrası dürtü kontrolu sağlamlaşan çocukların anne-babalarının “hatalı” sayılan davranışlarında çok hızlı bir değişiklik ortaya çıkmasını bu yönde bir kanıt olarak düşünebiliriz (Barkley 2003).
DEHB tedavisinde kullanılan ilaçlar madde bağımlılığı yapar mı? Uyarıcı ilaçların (metilfenidat adlı molekülü içerirler) güçlü etkilerinin bağımlılık yapıcı ilaçlardakine benzer olduğu konusu oldukça iyi araştırılmıştır. Metilfenidat adlı ilacı kullandığınızda, beyindeki etkilerin keyif verici tipte olmadığını gösteren çalışmalar (örneğin, Nora Volkow, 2007) bağımlılık riskinin düşüklüğüne işaret etmektedir. Yaklaşık 30 yıllık izleme çalışmalarında, DEHB olup tedavi görenler arasında madde kötü kullanımının tedavi görmeyenlere göre daha düşük ve (DEHB olmayan) toplumsal ortalamayla eşit olduğunu gösteren çalışmalar da aynı sonucu vermiştir.
Yan etkilerini ne yapacağız? DEHB tedavisinde kullanılan ilaçların (uyarıcılar ya da uyarıcı olmayan noradrenerjikler) çocuk sağlığında kullanılan birçok başka ilaçta olanlardan farklı olmayan ancak çocuk psikiyatrlarının oldukça ciddiye aldığı birçok yan etkisi bulunur. Her çocuk için risk ve kazanç hesabını titizlikle yapan bir doktor, bu ilaç grubundaki riskleri yönetme sorumluluğunu zorlanmadan yerine getirebilmektedir.
DEHB tedavisinin amacı çocukları robotlaştırmak, insanları mekanikleştirmek midir? Bu itiraz hem ilaçlar, hem de çocuğu toplumsal düzene uyuma teşvik eden uygulamalar için öne sürülmektedir. Romantik ve devrimci bir ton taşımasına rağmen, daha ziyade bir kafa karışıklığını yansıttığı kanısındayım. Tedavinin hedefi, sadece emirleri yerine getiren bir “düzene uygun kafa”dan ziyade, kendini ve davranışlarını kontrol edebildiği için güven duygusu yüksek ve hayatını yönlendirebildiği için dingin, dolayısıyla “düzene boyun eğmeyen” bir kafadan ibarettir.
DEHB, çocuğu ve ergeni, ve giderek yetişkini, dış etkenlerin insafında (iyi öğretmen, iyi okul, iyi anne-baba vs ) bırakan, bireye ait özelliklerin ortaya çıkmasını sınırlayan veya imkansızlaştıran bir problem olarak, yaşam boyu etkisini gösterebilmektedir. Pasifleştirici, “şans-kader-kısmet” ya da “talih kuşu” gibi kişinin kendi elinde olmayan etkenlere bağımlı bir hayatı kolaylaştıran alışkanlıklara eğilimi arttırmaktadır. Yetişkin izlem çalışmalarında (örn. Duygu Biçer ve Y Yazgan, 2006) bağımlı ya da kaçıngan kişilik özelliklerinin ve narsisistik/sınır kişilik özelliklerinin sıkça görülmesi dış etkilerin insafına kalma halinin sürdüğünü göstermekte.
Aşırı tanı, gereksiz tedavi ? Gereksiz bir tanı salgınından ya da ihtiyacı olmayanların tedavisinden söz edilebilir mi? DSM V ölçütlerinin tartışılmakta olduğu bir dönemdeyiz. DSM IV ölçütlerinin tanı koymayı kolaylaştırdığı ya da dürtüselliğin ağırlığını daha az kıldığı (18 belirtinin 9’u dikkat eksikliği) tartışmaları değişik platformlarda sürecek. Tedavi kararının, tanının konmasının ötesinde, sadece semptom saymak gibi “ölçekçi” yaklaşımlarla sınırlı olmayan bir genel değerlendirmenin ürünü olması gerektiğini savunanlardanım. Böylece her kıpırdayan çocuk, kafası dağılan öğrenci, ya da trafikte sabırsızlanan kişi için DEHB tanısını düşünmek mümkün. Diğer yandan, tıbbi tanı, semptom varlığıyla yetinmeksizin, kişinin hayatındaki işlevsel etkileri, semptomları ve yol açtıklarını şiddetlendirici veya telafi edici mekanizmaların varlığını (aile,öğretmen gibi “dışsal”, zeka ya da mizaç özellikleri gibi “içsel”), ve eşlik eden sorunları değerlendirerek verilen tedavi kararları ile isabetsiz bir adm atmak pek mümkün değil.
Problemi tedavi edilmese de olacak düzeyde olan, ancak “kozmetik” tedavi alan çocuk ve ergenlerin varlığına inanırım. Diğer yandan, ülkemiz halkı sadece şık semtlerdeki muayenehaneler ya da özel kliniklerden sağlık hizmeti almıyor. En az % 5 düzeyinde görülme sıklığı olan bir problemi taşıyan insanların beşte birinin tedavi edilecek ağırlıkta olduğunu varsayarak, bu oranı % 1’e çeksek bile, bu muhafazakarın muhafazakarı hesaplamada bile yüz binlerle ölçülen “sahici ihtiyaç sahibi” var iken, tedavi fırsatı elde edenler onbinlerle sayılıyorlar. Bu net bir eşitsizlik tablosu. Düzeltilmesi gerekiyor. Kim mi düzeltecek?
DEHB’ye ve tedavi seçeneklerine ilişkin farkındalığın toplumumuzda ve en önemlisi tıp ve konuyla ilişkili disiplinlerden meslekdaşlarımız arasında artmasını çok önemsemekteyim. Yanılgıların aşılması, verilere ve eleştirel bilimsel bakışla bilgilerin yaygınlaşması bu yöndeki en önemli ilk adımları oluşturacaklar.
Sabırsızım, beklemek en büyük eziyet. İçimden geleni yapmak istiyorum; yaptıklarıma sonradan dönüp baktığımda sonuçlarını pek iyi hesap edememiş olduğumu görüyor,pişman oluyorum.
Çok sıcakkanlıyım, kolayca arkadaş oluyorum, ama nedense arkadaşlıklarım (ilişkilerim) pek uzun sürmüyor. Ya da, istediğim kadar derin olmuyor. Annem, babam yanlış kişilerle arkadaş olduğumu söylemiştir hep. Sınıfta arkadaşlarımı güldürmekte, ders kaynatmakta üstüme yoktu. Notlara önem vermedim. Okul hayatında başarısız, iş hayatında başarılı olan bir çok kişi vardı. Ben de, öyle olurum diye düşünmüştüm..
İşin kolayını, kestirmesini bulmakta ustayımdır. Ama bu bir problem olabiliyor, pek doğru sayılmayan yollardan gittiğim için başımın derde girdiği olmuştur. Tutkuyla bağlandığım uğraşlarımdan bir süre sonra sıkılmış buluyorum kendimi. Nereden girdim bu işe, dediğim çok olur. Çabuk heveslenir, hevesimi de çabuk kaybederim Hayatıma dönüp baktığımda, büyük heveslerle başlanmış ama yarım kalmış ilişkilerle, tamamlanmamış işlerle, eksik gedik projelerle doldurmuş olduğumu görüyorum.”
Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olarak tanılanmış bir kişi ile psikiyatrının görüşmesine kulak misafiri olanlar, yukarıdakine benzer bir çok yaşantı ayrıntısını öğrenirler. Kişinin yaşına göre ön plana çıkan meseleler değişebilir. Kişi bir çocuk ise, ders dinleme, sınıf ya da ev düzenine uyma, ödevler ve sınavlar, bu uyumsuzluklar ya da görevlerden kaçınma sebebiyle öğretmeni ya da anne-babası ile ilişkilerinde zorlanmalar ağır basar. Çok küçük bir çocuk ise, dil gelişimi gecikebilir, ya da yuvaya ayak uydurmakta zorlanabilir. Okula başlangıç döneminde ise okuma yazmada gecikme, okul çağında diğer çocuklara kendini kabul ettirmek için zor kullanmaktan başka yol bilemediğinden yalnızlaşma, ön plana geçebilir. Ergenlik döneminde, yerinde duramama, kıpır kıpırlık genellikle geri gelmemek üzere kaybolur. Yerini telaşa, aceleciliğe, gerginliğe ya da karamsarlığa (görünürde bir “iyimser”liğe, her şeyin kendiliğinden hallolacağına olan bir inanca) bırakır. Dalgınlık, plansızlık, dağınıklık etkisini arttırarak sürer. Hayatın yükleri ve sorumlulukları çoğaldıkça, yetişememe, yetememe kaynaklı sorunlar artar.
DEHB tanısı alanların (ya da almaya uygun davranış ve gelişim profili gösteren çocukların) en az üçte biri ergenlikten başlayarak yetişkin yaşlara sarktıkça çapraşıklaşan, hayatın her alanını etkileyen bir sorun yumağıyla, kaynağını nedenini bilemedikleri bir kaygı ve gerilim duygusuyla karşılaşurlar.
Ödev tesliminde zorlanan öğrenci, taahhütleri, projeleri tamamlamakta zorlanan ya da borçları zamanında ödemekte zorlanan bir birey olarak devam edebilir. Paranın idaresi, ailenin sürdürümü, eş ve çocuklarla ilişkiler, bir türlü istendiği ya da hayal edildiği gibi olmaz, hep bir problem çıkar. Sorumsuzluk, sabırsızlık gibi özellikler çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe devam eden etiketler olarak “hiperaktif çocuk”un üzerinde kalır.
Belki sorunların hepsini, her birini aynı anda ve aynı kişide bir arada görmezsiniz. Hayatın değişik dönemlerinde öne çıkan problem davranışların ortak paydası görev ve sorumluluk niteliği taşıyan durumlarda ortaya çıkmalarıdır. Kişinin yaşına ve içinde olduğu yaşam dönemine bağlı olarak DEHB okul, aile, arkadaşlık, iş ve toplumla ilişkiler alanında zorluklar yaratır.
DEHB’nin tedavi edilmesi, gelişimin yolunun açılması bu zorlukları önlemek, çocuğun ve ergenin hayattan hakkını alabilmesi için bir gereklilik olarak ortaya çıkabilir. “Dikkati bırakalım dağınık mı kalsın, yoksa düzeltilmesi için yardım mı edelim?”in cevabı, psikiyatrın aile ve çocuk/ergen ile beraber durumu değerlendirip vereceği karara bağlı olacaktır.
Peki, DEHB bir modern zaman icadı mı?
Dikkat eksikliği, dağınıklık ya da acelecilik gibi hepimizin zaman zaman gösterebildiği tipte davranışları bir sendrom olarak ele almak bir çoğumuza zor anlaşılır gelebilir..DEHB’deki fark, bu herkeste olabilecek cinsten davranışsal sorunları toplumun yaklaşık yüzde 5’inde neredeyse sürekli, birden çok ortamda ve bireyin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesini, gelişimini ve toplumsal hayatta yer almasını engelleyici biçimde yaşanmasındadır. DEHB gelişimin temel ilkelerinden birisi olan zorluklara dayanıklılığın gelişmesine fırsat vermemektedir. DEHB bütün bu etkilerine ve yol açtığı zarara karşın, varlığı yokluğu üzerine bilim dünyasının dışında en çok tartışılan rahatsızlıklardan birisi olmuştur. DEHB kavramına ve ilaç tedavilerine itiraz edenler, görüşlerini (bilimsel yöntemle getirilecek eleştirilerin olacağı) bilimsel dergilerden uzak durarak, internet ortamında veya popüler yayınlarda dile getirmektedirler. Bu durum verilere dayanarak tartışmayı zorlaştırmakta, bilimsel dayanağı olan karşı görüşler ortaya çıkmasını engellemektedir. Bu tartışmalara birkaç örnek ve bilim perspektifinden bakarak verilebilecek birkaç yanıt:
Modern hayat temposundaki baş döndürücü hızlanmanın bir ürünü müdür? DEHB olan bireylerin yaygın şikayeti olan zihinsel yorgunluk, dikkat ve konsantrasyon sistemlerinin gündelik taleplere yetişememesinin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Neden bazı bireyler bu etkiyi bir hastalık boyutunda yaşamaktadırlar? Genetik ve nörobiyolojik açıklamalar bir yatkınlığa işaret eder. Yatkınlığı en yüksek düzeyde taşıyanlar, zorlayıcı koşullarda hastalanabilmektedirler.
.DEHB ilaç tekellerinin bir buluşu mudur? DEHB tedavisinin ilaç firmaları için önemli bir kazanç alanı olduğu gerçektir. Bu işten birilerinin kazanç sağlıyor olması, DEHByi çocukların gelişimini engelleyen, yetişkinlerin hayata konsantre olmasını önleyen bir bağımsız durum olmaktan çıkartmaya yetmez.
DEHB anne-babaların yetersiz kalmasının, çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmemelerinin, sınır koymaksızın ve işlerine geldiği gibi çocuk büyütme yönelimlerinin bir sonucu mudur? Günümüzde birçok anne-babanın dürtü kontrolu zayıf, hiçbir şeye konsantre olamayan, “doymak bilmeyen” çocuklar yetiştirdiği görüşünde doğruluk payı var. Ancak bu durumun DEHB ile ilişkisi nedir? DEHB olan çocukların çoğunun anne-babası bu problemle karşılaşana dek, sorumluluklarını yapmaktan kaçınmayan insanlarken, burada neden aksıyorlar? Çocukların kendilerini kontrol becerilerinin yetersizliği nedeniyle anne-babalarından alabilecekleri duygusal desteği ve terbiyeyi yeterince alamamakta olduklarını görüyoruz. DEHB tedavisi sonrası dürtü kontrolu sağlamlaşan çocukların anne-babalarının “hatalı” sayılan davranışlarında çok hızlı bir değişiklik ortaya çıkmasını bu yönde bir kanıt olarak düşünebiliriz (Barkley 2003).
DEHB tedavisinde kullanılan ilaçlar madde bağımlılığı yapar mı? Uyarıcı ilaçların (metilfenidat adlı molekülü içerirler) güçlü etkilerinin bağımlılık yapıcı ilaçlardakine benzer olduğu konusu oldukça iyi araştırılmıştır. Metilfenidat adlı ilacı kullandığınızda, beyindeki etkilerin keyif verici tipte olmadığını gösteren çalışmalar (örneğin, Nora Volkow, 2007) bağımlılık riskinin düşüklüğüne işaret etmektedir. Yaklaşık 30 yıllık izleme çalışmalarında, DEHB olup tedavi görenler arasında madde kötü kullanımının tedavi görmeyenlere göre daha düşük ve (DEHB olmayan) toplumsal ortalamayla eşit olduğunu gösteren çalışmalar da aynı sonucu vermiştir.
Yan etkilerini ne yapacağız? DEHB tedavisinde kullanılan ilaçların (uyarıcılar ya da uyarıcı olmayan noradrenerjikler) çocuk sağlığında kullanılan birçok başka ilaçta olanlardan farklı olmayan ancak çocuk psikiyatrlarının oldukça ciddiye aldığı birçok yan etkisi bulunur. Her çocuk için risk ve kazanç hesabını titizlikle yapan bir doktor, bu ilaç grubundaki riskleri yönetme sorumluluğunu zorlanmadan yerine getirebilmektedir.
DEHB tedavisinin amacı çocukları robotlaştırmak, insanları mekanikleştirmek midir? Bu itiraz hem ilaçlar, hem de çocuğu toplumsal düzene uyuma teşvik eden uygulamalar için öne sürülmektedir. Romantik ve devrimci bir ton taşımasına rağmen, daha ziyade bir kafa karışıklığını yansıttığı kanısındayım. Tedavinin hedefi, sadece emirleri yerine getiren bir “düzene uygun kafa”dan ziyade, kendini ve davranışlarını kontrol edebildiği için güven duygusu yüksek ve hayatını yönlendirebildiği için dingin, dolayısıyla “düzene boyun eğmeyen” bir kafadan ibarettir.
DEHB, çocuğu ve ergeni, ve giderek yetişkini, dış etkenlerin insafında (iyi öğretmen, iyi okul, iyi anne-baba vs ) bırakan, bireye ait özelliklerin ortaya çıkmasını sınırlayan veya imkansızlaştıran bir problem olarak, yaşam boyu etkisini gösterebilmektedir. Pasifleştirici, “şans-kader-kısmet” ya da “talih kuşu” gibi kişinin kendi elinde olmayan etkenlere bağımlı bir hayatı kolaylaştıran alışkanlıklara eğilimi arttırmaktadır. Yetişkin izlem çalışmalarında (örn. Duygu Biçer ve Y Yazgan, 2006) bağımlı ya da kaçıngan kişilik özelliklerinin ve narsisistik/sınır kişilik özelliklerinin sıkça görülmesi dış etkilerin insafına kalma halinin sürdüğünü göstermekte.
Aşırı tanı, gereksiz tedavi ? Gereksiz bir tanı salgınından ya da ihtiyacı olmayanların tedavisinden söz edilebilir mi? DSM V ölçütlerinin tartışılmakta olduğu bir dönemdeyiz. DSM IV ölçütlerinin tanı koymayı kolaylaştırdığı ya da dürtüselliğin ağırlığını daha az kıldığı (18 belirtinin 9’u dikkat eksikliği) tartışmaları değişik platformlarda sürecek. Tedavi kararının, tanının konmasının ötesinde, sadece semptom saymak gibi “ölçekçi” yaklaşımlarla sınırlı olmayan bir genel değerlendirmenin ürünü olması gerektiğini savunanlardanım. Böylece her kıpırdayan çocuk, kafası dağılan öğrenci, ya da trafikte sabırsızlanan kişi için DEHB tanısını düşünmek mümkün. Diğer yandan, tıbbi tanı, semptom varlığıyla yetinmeksizin, kişinin hayatındaki işlevsel etkileri, semptomları ve yol açtıklarını şiddetlendirici veya telafi edici mekanizmaların varlığını (aile,öğretmen gibi “dışsal”, zeka ya da mizaç özellikleri gibi “içsel”), ve eşlik eden sorunları değerlendirerek verilen tedavi kararları ile isabetsiz bir adm atmak pek mümkün değil.
Problemi tedavi edilmese de olacak düzeyde olan, ancak “kozmetik” tedavi alan çocuk ve ergenlerin varlığına inanırım. Diğer yandan, ülkemiz halkı sadece şık semtlerdeki muayenehaneler ya da özel kliniklerden sağlık hizmeti almıyor. En az % 5 düzeyinde görülme sıklığı olan bir problemi taşıyan insanların beşte birinin tedavi edilecek ağırlıkta olduğunu varsayarak, bu oranı % 1’e çeksek bile, bu muhafazakarın muhafazakarı hesaplamada bile yüz binlerle ölçülen “sahici ihtiyaç sahibi” var iken, tedavi fırsatı elde edenler onbinlerle sayılıyorlar. Bu net bir eşitsizlik tablosu. Düzeltilmesi gerekiyor. Kim mi düzeltecek?
DEHB’ye ve tedavi seçeneklerine ilişkin farkındalığın toplumumuzda ve en önemlisi tıp ve konuyla ilişkili disiplinlerden meslekdaşlarımız arasında artmasını çok önemsemekteyim. Yanılgıların aşılması, verilere ve eleştirel bilimsel bakışla bilgilerin yaygınlaşması bu yöndeki en önemli ilk adımları oluşturacaklar.
16 Eylül 2010 Perşembe
dikkat düzensiz, dağınık ve yetersiz; doğru tarif önemli
önce bir okurumun notunu buraya ekleyeyim:
Thomas E. Brown'un Türkçeye
Dikkat Eksikliği Bozukluğu
(Çocuklarda ve Yetişkinlerde Odaklanamayan Zihin) olarak çevrilen kitabını okuyunca beyinden kaynaklı, görüntüleme teknikleriyle kanıtlamış bir rahatsızlık durumu olduğunu daha iyi anladım. Umarım ülkemizde bu rahatsızlığın/durumun "erişkin tipine"
yönelik olarak daha çok doktor uzmanlık kazanır. Aslında sorun belki de dikkatin ya da motivasyonun eksikliği değil, düzensizliğidir. Çünkü birçok durumda bu kişiler gayet güzel dikkat kesilebilmektedir. Kanımca birçok kişi bu durumdan habersiz yaşamını sürdürüyor ve bunu bir karakter özelliği olarak görerek yaşamlarının kalitesini düşürüyorlar.
Saygılar...
değerli okurum
Brown'ın kitabından aktarımınıza aynen katılıyorum.
dikkatin düzensizliği, istikrarsızlığı gibi terimler mutlak bir eksiklikten ziyade bir durum olduğunu gösteriyor. aynı durum ancak eforlu bir test ile saptanabilen kalp hastalıkları için de geçerli. belli koşullarda ortaya çıkan problemlerin, bu özellikleri bazen mevcut olmadıkları biçiminde yorumlanabiliyor. ancak, okurumum belirttiği gibi, bu dikkatin özelliği gereği. ben dikkat yetmezliği terimini (kalp yetmezliğinden ödünç alarak) kullanıyorum. bebeklik döneminde genel olarak kullanılan disregülasyon deyimi de düzensizliğe benzemekte (bir ritm bozukluğu gibi), ancak disregülasyon için bir ayarsızlık demek belki de daha doğru olur. süreçte bireyin iradesinin kısmi de olsa bir etkisi olduğunu yansıtması açısından. katkı için teşekkür ederim.
Thomas E. Brown'un Türkçeye
Dikkat Eksikliği Bozukluğu
(Çocuklarda ve Yetişkinlerde Odaklanamayan Zihin) olarak çevrilen kitabını okuyunca beyinden kaynaklı, görüntüleme teknikleriyle kanıtlamış bir rahatsızlık durumu olduğunu daha iyi anladım. Umarım ülkemizde bu rahatsızlığın/durumun "erişkin tipine"
yönelik olarak daha çok doktor uzmanlık kazanır. Aslında sorun belki de dikkatin ya da motivasyonun eksikliği değil, düzensizliğidir. Çünkü birçok durumda bu kişiler gayet güzel dikkat kesilebilmektedir. Kanımca birçok kişi bu durumdan habersiz yaşamını sürdürüyor ve bunu bir karakter özelliği olarak görerek yaşamlarının kalitesini düşürüyorlar.
Saygılar...
değerli okurum
Brown'ın kitabından aktarımınıza aynen katılıyorum.
dikkatin düzensizliği, istikrarsızlığı gibi terimler mutlak bir eksiklikten ziyade bir durum olduğunu gösteriyor. aynı durum ancak eforlu bir test ile saptanabilen kalp hastalıkları için de geçerli. belli koşullarda ortaya çıkan problemlerin, bu özellikleri bazen mevcut olmadıkları biçiminde yorumlanabiliyor. ancak, okurumum belirttiği gibi, bu dikkatin özelliği gereği. ben dikkat yetmezliği terimini (kalp yetmezliğinden ödünç alarak) kullanıyorum. bebeklik döneminde genel olarak kullanılan disregülasyon deyimi de düzensizliğe benzemekte (bir ritm bozukluğu gibi), ancak disregülasyon için bir ayarsızlık demek belki de daha doğru olur. süreçte bireyin iradesinin kısmi de olsa bir etkisi olduğunu yansıtması açısından. katkı için teşekkür ederim.
12 Eylül 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)