Zorbalar kusursuzluk sever (2010)
Zorbalık bizde olmaz, dendiğini duyduğumda iki anlam aklıma geliyor. Güçsüz ve azınlıkta olanlara yapılanları “normal” görüyoruz, o zaman, ayrı bir kategori açmaya gerek kalmıyor. Ya da, anormal ama bir farklılık, çeşitlilik ve çok seslilik kapsamında değerlendirip, “olur böyle şeyler “ diyoruz. Olmaz ile olur’un birleştiği bir nokta oluyor.
İki bakış açısının da zayıf gözükene karşı bir alerjisi var. Küçük çocuklarda belki dikkat etmişsinizdir, yaşlılardan, görünür biçimde bir biçim değişmesine yol açmış sakatlığı olanlardan ya da doğuştan gelme yapısal bozukluğu olanlardan bir biçimde tedirgin olurlar. Kusura karşı tahammülün çok az olduğu okul öncesi yaşlarda, “tam” olmayana, eksiği olana karşı beyin çok güçlü sinyaller verir; çocuğun gördüğü “kusurlu” kişiyi bir biçimde tehlikeli olarak yorumlamasına yol açar. Büyüdükçe, eksikliklerin bütünlüğü, hayatta kalmayı, kişinin genel işleyişini pek değiştirmediğini fark eden çocukların çoğunda bu rahatsızlık kaybolur. Mükemmeliyetçi eğilimlerin giysi, yemek ya da uyku, temizlik gibi hayatın basit ama temel ayrıntılarına yansıyan yanları da takıntı düzeyinde az kişide devam eder.
Ancak, takıntı olarak bilinen ruhsal durumda bozukluğa da yol açabilen düşünce ve davranış değişikliklerinin beyindeki mekanizmasına baktığınızda, “normal” sayılan bireylerde de, aynı mekanizmaların bazı (örneğin, tehlikedeymiş ve çaresizlik duygusu yaratan) koşullarda aşırı çalışarak, tıpkı küçük çocukluk döneminde olduğu kişiyi başkalarına karşı duyarlılaştırabildiğini görüyorsunuz. Azınlıklara, farklı gözükenlere, rengi, dili, tipi, dili ya da şivesi (ya da siyasi fikri, tuttuğu takım) bizim standartlarımıza göre bozuk olana “antipati”miz, “nereden çıktı bu adamlar” söylemimiz, karşımızdakinin tehlikeli olduğu, bize zarar verebileceği hissi arttıkça düşmanlık beslemeye dönüşebilir. Bir gece önce çay içmeye evine gittiği komşusunu, bir gece sonra bir güruh ile beraberce gelip yok etmekte bir sakınca görmeyen kişinin ruh hali bu mekanizmanın sonuçlarından ibaret olmasa da, geçmiş zorbalığı da belirleyici olabilen mükemmeliyetçiliğin, kendini kontrolda zorlanmanın ve sıradan takıntılarımızın oturaklı bir etkisi var.
Okuldaki zorbaların seçtikleri çocuklara baktığımda, zorbaların insanın nasıl olup da güçsüz, beceriksiz ya da çaresiz olabileceğini kabul etmekte zorluk çektiklerini düşünüyorum. Hepimizin bir ölçüde gördüğümüzde hemen farkına vardığımız, ve bazılarımızın en azından yakınlarında olduğunda rahatsızlık duyabildiği bu güçsüzlüğü, çaresizliği ya da acizliği (biçimsizliği, çirkinliği, şişmanlığı, sıskalığı, kısa boyluluğu, gözlüklü, “çok aptal” vs vs olmayı) bir türlü kabul etmeyince, ya yok etmeye çalışmak, ya da yok olana kadar hırpalamak içinden geliyor. İçinden geleni yapmak, ve bunun başkaları açısından sonuçlarını hesaba katmamak, konusunda cüretlendirilerek yetiştirilmiş (“özgür”) çocukların okul zorbaları arasında başı çekmesi tesadüf mü? “Her şeyin en iyisi”ni yaşamak ilkesi üzerine kurulu yeni hayatların sahibi bir çok anne-babanın en azından çocuklarının tepesine indirdikleri “özgürlük” kavramını bir kez daha düşünmeleri, ya da kendi anne-babalarına sormaları daha mı iyi olur? Cevabı ben de bilemiyorum. Tartışılacak bir konu daha.