Otizm
arttı mı, yoksa biz mi daha çok fark etmeye başladık?
Otizm ve diğer ruhsal bozukluklar artışta. Ruhsal
bozukluklar intihara yol açmak dışında doğrudan pek öldürmese de, hayat
kalitesini düşürerek ve sağlık sorunlarını arttırarak ömrü hem kısaltıyor, hem
de tadını kaçırıyor. Ruhsal bozukluklar arasında ağırlık ise giderek çocuklukta
başlayan, beyinsel ve zihinsel gelişimin aksaması sonucunda çıkan ve etkileri
bazen bir ömürboyu süren sorunlara kayıyor. Örneğin, küçük çocuklarda ilişki
kurma arzusunun sınırlılığı ve buna ikincil olarak iletişimin yeterince etkin
gelişmemesi ve hep aynı kalıbı tekrarlayıcı hareketler ile karakterize bir
sorun olan otizmin toplumdaki yaygınlık/bulunma sıklığı Kore’den gelen son
çalışmaya ve Amerikan CDC (hastalık kayıt merkezi) sayılarına bakılırsa,
2000lerin başında binde 2 dendiğinde o kadar çok olamaz denen oran % 2’yi
çoktan aşmış. Hastalık yaygınlığı ve sıklığı çalışmalarında bazı sorunlarda bu
tip artışlar olduğunda, acaba hastalık çoğalıyor mu, yoksa biz mi daha çok
farkına varıyoruz sorusu ortaya çıkar. Hastalığı saptama araçlarındaki
gelişmeler (kalp incelemelerinin kolaylaşması ile damar tıkanıklıklarının
erkenden saptanabilmesi gibi), toplumun farkındalık artışına paralel erken tanı
için başvuranların sayısının artması hastalığın gerçek varlığında artış olmasa
da görülmesinde artış doğuruyor. Otizm ve benzeri gelişimsel bozuklukların tam
olarak silinmesi daha az olduğu ve rahatsızlık düşük düzeyde bile olsa devam
ettiği için yeni vakaların eklenmesi ile toplam vaka sayısında büyük bir artış
oluyor.
Kore’deki çalışmada, % 2.6 olarak saptanan oran
çocuklara gelişime ilişkin problemler tek tek sorarak elde edilmiş. Oysa bir
doktora zaten gitmiş olup da tanısı konmuş, tedavisine başlanmış olanların
oranı binde 8. Tanı alanların üçte biri hasta, kalanı tanı alabilirliğinin
farkında değil. Tanı var ise de hasta edecek düzeyde bir etki göstermemiş
(henüz).
Insan hasta olduğunu nasıl fark etmez demeyin.
Otizm gibi özellikle silik formları tipik gelişimdeki aşırılıklardan zor
ayırdedilen problemlerde bu çizgiyi saptamak bazen zor. Tanı araçlarının
gelişkin, sağlıklı-hasta ayrımının daha kolay yapılabildiği problemlerden kalp
damar tıkanıklığını düşünün; bir çok kişi herhangi bir şikayeti olmadığı halde
gittiği bir ‘check-up’ da bu durumu fark ediyor. Benzer durum prostat kanseri
için söz konusu, bir çok kişinin tanısı başka bir hastalık sebebiyle öldükten
sonra yapılan otopside konuyor. Konuyordu demeliyim, zira hastalığın erken
tanısına yönelik testler o kadar gelişti ki, bu sefer de gereksiz yere bir
zararı olmayacak hastalık saptanıyor tartışmaları başladı. Oysa, zarar bazen
hastalık ilerlemeden de ortaya çıkabiliyor.
Otizmde Kore’de tanı alanların üçte birinin
‘hasta’ olarak tedavi ve eğitim alıyor olmasının sebepleri üzerine biraz daha
kafa yorabiliriz. Bir tanı alacak durumda olsak bile henüz durum bir
rahatsızlığa yol açmadığı için ‘hastayım’ demiyoruz. Otizm gibi gelişimin
aksadığı durumlarda çocuğun durumunun ne kadar tipik olduğuna karar vermek
anne-babalar için çok zor. Genellikle çevredeki yakınlardan ve dostlardan
durumu fark edenler olsa da, söylemeye
çekiniyorlar. Çocuk doktorları ya da yuva öğretmenleri de aynı çekingenliği
paylaşıyorlar. Anneler ise fark ettiklerinde babaya kabul ettirmekte
zorlanıyorlar. Ancak ne zaman ki bir anne ‘çocuğumda otizm olabilir mi?’
sorusunu aklına getiriyor, bilin ki o annenin kuşkusunun doğru çıkma olasılığı
% 78. O nedenle farkındalık kampanyaları
sonrasında bilgilenen anneler doktorların tanı koyma oranlarını da arttırdılar.
Çocuklara ilişkin sorunların varlığı konusunda kaygılanan annelere kulak
vermeliyiz. Peki, ya tam tersi durumlarda? Benim çocuğumda bir problem yok
diyen anneler, otizm olasılığı durumunda, ne yazık ki, genellikle yanılıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder