11 Şubat 2014 Salı

Çocuğun ihtiyacı nedir?


Çocuğun İhtiyacı Nedir?

Çocuk yetiştirmede "ölçü", çocuğun ihtiyaçlarının nasıl karşılandığıdır. Çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük yaklaşımlar var mı? Örneğin, 3 aylık bir bebeği koynunuza almakla, 9 yaşında bir çocuğu koynunuza alıp kocanızı içeri odaya göndermek arasında bir fark var. Özellikle yaşa göre değişen ihtiyaçları karşılayıp karşılamadığınız birinci ölçü. İkinci ölçü ise, bütün bunların ne kadarını kendi kolayımıza gittiği için ya da kafamızdaki ideolojileri uyduğu için yapıp, ne kadarını gerçekten bu çocuğun buna ihtiyacı var diye yaptığımız. Bu soruyu sormak çok önemli. Aksi takdirde, bir çok anne-baba kendi hoşlarına giden, yaşamlarına uyan (rahatlarını kaçırmayan) önerileri benimsiyor ve uyguluyorlar.
Aslında anne babalık bir anlamda bir vazgeçiş içeriyor. Bazı temel doğru bildiklerimizden vazgeçmeyi getiriyor. Neden vazgeçiyoruz? Çocuğun ihtiyaçlarına uymadığını gördüğümüz için vazgeçebiliyoruz. Çocuğun ihtiyacının ne olduğunu sezmek önemlidir. Örneğin, 2.5-4 yaş arası özerkliğin kazanıldığı zaman, o nedenle çocuk bir yandan bize yapışırken bir yandan da bağımsız olmak istiyor. O çelişkiyi yaşıyor; yani hem uzaklaşayım ve bağımsız olayım ama aynı zamanda da kopmayayım. Bunu da en çok ayrılık anlarında hissediyorsunuz. Uykuya gidişinde, okula göndermekte, sizin sabahleyin çıkıp işe gitmenizdeki gibi birçok olayda daha çok hissedilir. O anları nasıl yönettiğinize bağlı. O anda sizin çocuğunuzun ihtiyacı size yapışmak gibi gelebilir. Ama temel ihtiyacı size yapışmak mıdır, yoksa bağımsızlığını kazanmak mı? Bu durum, yüzme öğrettiğiniz bir çocuğun yüzebilmesi için ona yardım etmenize benzer, genelde öncelikle boynunuza asılır. Siz "Bu istemiyor" deyip çıkacak mısınız, yoksa onu cesaretlendirerek, yüreklendirerek sizden bir parça bağımsız olarak kulaç atmasını sağlayacak mısınız? Çocuk istemiyor demek aslında işin kolayı. Orada ekstra 15-20 dakika uğraşmanız lazım, hatta bazı durumlarda defalarca uğraşmanız lazım. Ama biz, bir an önce dönüp şezlongumuza yatmak istiyorsak, "Aaa, zaten çocuğu üzmeyelim, ağlatmayalım, yüzmese de olur, gelecek sene öğrenir" diyebiliriz.
Doğar doğmaz çocuğunu ilkokula yazdıran anne, babalar orada ileriye bakıyorlar da, niye bu tür konularda bakmıyorlar diye düşünebilirsiniz. Çünkü orada bir şey yapmanız gerekmiyor, gidip ismini yazdırıyorsunuz. Pek zor değil. Ben kolaycılığa kaçmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Fakat, kolay ile basit aynı şey değil. Doğal annelik basittir, yalındır, süssüzdür, işin özüne dönüktür. Ama kolaycı annelik ya da babalık, çocuğun ihtiyaçlarına göre değil, daha çok anne babanın ihtiyaçlarına göre şekillenen anne babalıktır. Örneğin, bizim canımız akşam geç saatlere kadar dışarıda arkadaşlarımızla oturmak istiyor. Çocuğumuz da sürünüyor ortalıkta, "Canım bunun önemi yok, böyle alışsın istiyoruz" diye bir açıklama yapıyoruz. Çocuğun ihtiyacı bu mudur? (örn. 2 yaşında bir çocuğun ihtiyacı gece geç saatlere kadar rakı sofrasında oturmak değil). Sofrayı bırakıp "Arkadaşlar biz kaçıyoruz, sabaha görüşürüz" deyip kalkabilmek bu işin ideali elbette. Ama madem idealler üzerine konuşuyoruz, ideal bizim kafamızdaki değil. Çocuğa bakarsanız, o bize zaten ideal ile ilgili konuda yol gösteriyor.

26 Ocak 2014 Pazar

Ergenlikten Gençliğe. seçmeler (Y Yazgan ile soru-cevap, İş Bankası yayınları)


Ergenlik Dönemi                                                                                 

1-Ergenlik dönemi belirtileri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ergenliğin tanımı herkesin kafasında farklı şekilde oluşmaktadır. Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki geçiş dönemine ergenlik diyebiliriz. Çocukla yetişkin arasında dememizin sebeplerinden birisi, birçok bakımdan beyinsel ve psiko sosyal özellikler açısından çocuk gibi korunma, esirgenme ihtiyacı olan, bazı bakımlardan da bir yetişkin kadar yetkin ve bağımsızlaşma eğilimi olan bir bireyi tanımlıyor olmamız.

2-Ergenlik dönemindeki zihinsel gelişim nasıldır?

Ergenlik dönemi, bedenin ve beyinin bir dönüm noktasından geçtiği bir zaman dilimi. Ergen beyni daha ziyade öğrenen bir beyindir. Yeniyetme ile tecrübeli arasındaki fark, beyin yapısına da yansır. Bu dönemde beyin hücreleri arasında yeni bağlantılar hızla oluşmaktadır. Beyin bölgeleri tek tek bakıldığında bu dönemde oldukça iyi gelişmiş vaziyettedir. Ancak yaşlanmanın getirdiği tecrübe, bu iyi gelişmiş beyin bölgeleri arasındaki bağlantıların gelişmesi, sistemin daha akıcı ve kıvrak işlemesidir. Ergenler tek tek iyi gelişmiş yeteneklerinin hızlı ve etkin kullanımından yoksundurlar.

Beyin doğumdan başlayarak 11-12. yaşlara kadar sürekli “büyüyen” bir yapıdır. Ergenlikle birlikte (11-12 yaş civarı), beyin yapısı henüz gri madde ağırlıklıdır; yeni bilginin depolanmasına temel oluşturan bu yapısal özellik, zaman içerisinde yetişkin beynine doğru dönüşürken, hücre bağlantılarını içeren gri maddenin toplamı azalır; beyin bölgeleri arasındaki iletişimin kıvraklığını sağlayan ak madde ise 20li yaşlarla giderek artar.

Ergenin beyin yapısı ve yaşamışlığının azlığı, deneyimlerini kıyaslama imkânlarını sınırlar. Bu sınırlılık, kolayca dolduruşa gelmeyi, hızla kaybedip, kolayca karamsarlığa kapılmayı doğuruyor. Geleceğin ne kadar uzun sürebileceğini işler bekledikleri gibi gitmediğinde de, iyimserliklerini,  ne tür olanaklarla dolu olduğunu görmeyi zorlaştırıyor.

3- Ergenlik sürecinde sorun yaşanması neden beklenir?
Ergenlik sorun demek değildir. Birçok araştırma sonucuna göre ergenlerin büyük çoğunluğunun, ergenlik dönemini, daha önceki veya daha sonraki dönemlere göre daha az sorunlu geçirdikleri bilinmektedir. O nedenle ergenlik dönemine “yine ne sorun var?” beklentisi ile bakmak belki başka nedenlerle açıklanabilir. En başta yetişkinler, çoktan unuttuğumuz ergenlik döneminin özelliklerine alışmakta zorlanıyoruz. Çocuğumuzun yetişkinlere özgü birçok karakteristiği geliştirmesi, cinsel kimlik, bağımsız hareket ve birçok konuda en az bizim kadar becerikli, yetkin olmaları gibi. 

Bu dönemin kendisini sorun olarak gördüğümüz zaman ergenliği geçiştirilmesi gereken ya da kurtulması gereken bir dönem haline getirebiliyoruz. Durum daha çok büyükler için bir sorun. Genellikle; yetişkinler ergenlerin olası riskler karşısında hazırlıksız yakalanmalarından endişe ediyor.  Listenin başında da cinsellik var. Söylediklerim büyük kent gençliği için daha çok geçerli olabilir. Madde bağımlılığı, alkol düşkünlüğü gibi sorunlar da sırada. Diğer yandan bu tür olası sorunlarla ilgili hazırlık çocukluk döneminde iyi kötü yapıldığında, çocuğun kendini kontrol becerileri ve öz-disiplini geliştirildiğinde, ergenlik sahici anlamda bir sorun değil. Madde kullanımı veya erken cinsellik diye tabir edilen sorunları yaşayanlarda ise, kendini kontrol, duyguları ifade edebilme ve kendini yeterince değerli görebilme özelliklerinin pekiyi gelişme fırsatı bulamadığını görebiliyoruz.

Meseleler birden bire ergenlikle başlamıyor. Ergenlikten önce gerek arkadaş uyumu gerek toplumsal kuralların gereğini yapabilme hususunda zorluk çeken çocukların ergenlik dönemi de zor geçiyor. Genel bir sorun oranı vermek gerekirse, sorun yaşayan ergen oranı olarak %10  diyebilirim kabaca.


4-Ergenlik döneminde yaşanan ruhsal değişimin altında yatan nedenler nelerdir?

Ergenlik dönemi, yetkinliklerin, becerilerin hızlı geliştiği, diğer yandan tecrübe birikiminin çok daha yavaş olduğu bir dönemdir. Hayata hazır, ancak hazırlıksız olunan bir dönem ergenlik. Hazır olmakla hazırlıksız olmak arasındaki fark şu; gençlerin hayata hazır oldukları zihinsel yetkinlikler, muhakeme becerisi veya pratik problem çözebilme becerisi açısından 12 yaşından sonra biz yetişkinlerden çok daha iyi performansları var. Performanslarını değerlendirecek tecrübe birikimi ise henüz oluşmaya başlıyor, hazırlıklar tamamlanmamış durumdadır elbette.

Bu günden kurtulmak ya da bu günden kopmamak arzusu, ikisi görünüşte birbiriyle çelişiyor. İki arzunun ortak noktası memnuniyetsizlik.  Bu durum, gençlerin güçlerini uygun kullanamadıkları durumlarda ortaya çıkıyor. Gençler açısından geleceğin uzun sürdüğü düşünülürse onların gelecek perspektifinin bizim 30’lu 40’lı yaşlarımızdaki gibi olmayacağı kesin. O nedenle “misyon,vizyon” kavramları onların kafasında bizimkinde olduğundan çok farklı. 15 yaşında bir gencin ben doktorluktan başka bir meslek istemem diye kafasına koyması ne kadar makbul bir özelliktir tartışılır. Diğer yandan doğayı anlayıp, insanlara yararlı bir şeyler yapmak istiyorum, dendiğinde daha esnek, daha az kısıtlayıcı bir gelecek hayali oluyor ve bu günkü faaliyetlerimizle ilişkilendirebileceğimiz bir gelecek tasarımı kurmuş oluyoruz. Bu gün yaptıkları ile gelecekte yapacakları arasındaki bağlantıyı kurmak, onun için, biz yetişkinler için olduğu kadar kolay değil. Gençler bu gün yaşadıkları ile gelecekleri arasındaki bir devamlılık çizgisini oluşturabildikleri ölçüde hayatları anlamlılık kazanıyor.
Ruhsal bozukluklar açısından düşünürsek, birçok ruhsal bozukluk; depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni, değişik kaygı reaksiyonları gibi psikiyatrik bozuklukların başladığı zaman ergenlik. Çünkü insan beyninin doğumdan sonraki ilk 3 yıldan sonra, en büyük revizyonu ve restorasyonu geçirdiği zaman bu dönem. Bu sebeple bazı problemler yaşamaya genetik yatkınlıkları olan gençler olumsuz yaşam koşulları, kazalar ve travmalar ile karşılaştıklarında, ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Bunlar bozukluğun niteliğine göre ileri yaşlarda da devam ediyor veya hafifleyebiliyor. Aynı şekilde, çocuklukta başlayan bazı problemler de ergenlik döneminde son bulabiliyor.

Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise; ergenlik yalnızca sorunların ortaya çıktığı bir dönem değil; bazı sorunların da ortadan kalktığı bir dönemdir. 7-8 yaşlarında bu dönemin geleceğini tahmin etmek mümkün. Diğer yandan zor da kolay da olsa bir şekilde bu dönem geçiyor. Bir sonraki döneme ulaştığınızda geçmişte bıraktıklarınız, neleri yapıp neleri yapamadığınız önemli oluyor. Başardıklarınız ve başaramadıklarınız. Bunlar ergen sonrası dönemde etkilerini devam ettiriyor. Ergenlerin ortaya çok büyük eserler koymak, çok şey başarmak arzusu taşıdıklarını (belki hepimiz kendi deneyimlerimizden) biliyoruz. Bu arzu ve enerji sayesinde bu kadar karmaşık ve gündemi yüklü olan bu dönemin içerisinden çıkabiliyoruz. Birçoğumuz ergenlik döneminde kafamıza koyduğumuz ya da arzuladığımız şeyleri gerçekleştiremiyoruz. Zaten o dönemde hedeflerimiz de sürekli değişiyor. Bu dönemden ne kadar edinimle, ilgiyle, kültürle ve başarıyla çıkarsak, geleceğimiz bir talihsizlik olmadığı sürece doyurucu oluyor, hayatı anlayabiliyor, yaşantımızı anlamlandırabiliyoruz.

5-Ergenlik döneminde aile ile ergen arasında yaşanan çatışmaların nasıl üstesinden gelinir?

Ergenlikte ebeveynler ile yaşanan çatışmalara bakarsak; bağımsızlaşma eğilimi, yetkinliklerini kullanmak için duyulan kuvvetli arzu ve büyüklerin kendi deneyimleriyle öngördükleri tehlikelerden gençleri korumak ve bu öznel düşünce ile onların bağımsızlıklarını kısıtlama çabası arasında bir çelişki ortaya çıkıyor. Ergenin bağımsızlık eğilimi ve ailenin karşı tutumu arasındaki çekişmeler, bu dönemde çoğu genç ve ailesinin kişisel gelişimi için kaçınılmaz ve gerilimli bir fırsat yaratır. Çeşitli sebeplerden bu gerilimi kaldıramayanlar için ise, bir çatışmaya dönüşebilir. Çekişme yaygın ve genel, çatışma ise daha seyrek ve genellikle savuşturulabilir cinstendir.

Bir çekişme ya da çatışma gencin gelişiminin önüne geçmekteyse, anne-baba ve kardeşler ile genç arasındaki gerilimin kasveti aile üyelerinin hayatlarını dayanılmazlaştırıyorsa, bir bilen olarak gördüğümüz bir başkasından yardım isteyebiliriz. Psikolojik yardım, ihtiyacın boyutuna göre birçok şekilde, birçok kişi tarafından gerçekleştirilebilir, öğretmenler, aile büyükleri, antrenörler, ustalar, psikiyatrlar, psikologlar, danışmanlar… gibi. Önemli olan nokta, özel ilgi gereğini hissetmek ve o yönde hareket edebilmektir. 

6-Ergenlik döneminde yaşanan sorunları aşma noktasında tavsiyelerde bulunabilir misiniz?

Ergenlik sorunlarında ve bunların aşılmasında ev kültürü önem taşır.  Neyin hoş görüldüğü, neyin yaşa özgü kabul edildiği, farklı, arzulanmayan davranışlara nasıl yaklaşıldığı, ev kültürünün gençleri en çok etkileyen yanlarından birisidir. Örneğin, şiddet ev kültürünün bir parçasıysa, ergenin hayatında da  yeri olacaktır.  Şiddet uygulayan, ya da başkalarının duygularına kayıtsız bir genç olmak kolaylaşır. Sadece örnek olmak ya da olumsuz özelliklerin teşviki anlamında bir etki ile sınırlı değildir ailenin etkisi. Bir şekilde kaçınılmaz olabilecek psikolojik sorunlar için risk taşıyan çocuklara uygun davranışları geliştiremediğimizde, çok daha hafif atlatılabilecek bir sorunu çapraşık bir duruma sokabiliyoruz.

Bazı çocukların başkalarına göre daha yüksek sorun riski taşımaktadır, onlara bazı konularda daha fazla esirgeme, daha kişiye özel yaklaşım gerekir.


7-Açık bir sorun riski taşımayan ergen çoğunluğa ailenin yaklaşımı nasıl olmalıdır?

Büyük çoğunluğu düşünürsek; esirgemeden ziyade, aile ortamı içerisinde karar almayı öğrenmesi, karar alma süreçlerine katılması, sorumluluklara ortak edilmeye başlanması ergenin gelişimine katkı yapar. Birçok çocuk kendi hayatı ile ilgili önemli kararları 13-14 yaşlarında veriyor, gideceği okul, meslek seçimi gibi.
Kendisi dışındaki bireyleri de hesaba katarak karar verme alışkanlığı olan bir ortamda büyüyenler bazı istekleri gerçekleşmediğinde ya da ertelendiğinde, aksilikler olduğunda beklemeyi, zahmet çekmeyi bir yük olarak görmezler. Ailesi katılımcı karar alma kültürüne sahip gençlerin gelişim yolları açık oluyor.

Katılımcı, demokratik kültür derken sorumluluğun gencin üzerinde olduğu bir durumdan bahsetmiyorum. Sonuçta yetişkinler nihai karar alma yetkisine sahipler (çünkü sorumluluk onlarda),  ama ailenin geri kalan bireylerin de sesinin duyulduğu aile ortamlarında istenmeyen davranışların çok daha iyi idare edildiğini biliyoruz.


11 Aralık 2013 Çarşamba

Otizm nedir? bir gelişim bozukluğudur


Otizm bir gelişim bozukluğudur
Bir çocuktaki iletişim ve ilişki kurmaya dönük sistemlerin gelişimindeki bozulmanın ürünüdür
Giderek daha sık tanılanan çocukluk çağı gelişim sorunlarının en ciddilerinden birisi olan otizmin özünü çocuğun ‘ilişki kurma ve paylaşma amaçlı iletişim becerilerinin gelişmesindeki bozulma’ ve ‘zihinin çalışmasındaki takılıp kalmalar (tekrarlayıcı hareketler ve ısrarlı düşünceler)’ oluşturur. Küçük çocukların iletişim ve etkileşim gelişimini ciddi biçimde bozan bu sorun yumağı hakkında ilk işaret, anne-babanın gelişimin yolunda gitmediğini hissetmesi. Bu his, ailelerin başvurularında konuşma gecikmesi (otizm tanısını koymak için tek başına yetmez) ve en önemlisi iletişim kopukluğu ve sosyal ilişkiye isteksizlik (ya da ihtiyaçlarının karşılanmasıyla yetinme) olarak dile getiriliyor.
Konuşma gecikmesinin, otizmden daha sık görülen sebepleri var (örneğin, işitme kaybı). İlk başta otizmle tıpatıp benzer bir tablo ile başlayıp, uygun uyaranlar sağlanarak süratle toparlanan çocuklar da oluyor. Dolayısıyla, ‘otizm mi değil mi?’ ikileminde zaman kaybetmekten ziyade gelişimdeki aksamanın varlığını saptamak daha öncelikli. Çocuk psikiyatrisindeki genel yaklaşımda ilk iş kesin bir tanı telaffuz etmekte zorlansak bile, çocuğun gelişimindeki eksiklerin ayrıntılı dökümünü yapıp, çocuğun iletişim ve etkileşim becerilerini destekleyecek, bilişsel açıklarını kapatacak ve kendini kontrol becerilerini geliştirecek eğitsel ve gelişimi destekleyici terapötik çalışmalarını başlatmaktan yanayız.
Erken tanınan çocukların önemli bölümü bu çalışmalarla hızlıca bir toparlanmaya girerken, otizme özgü tablonun ne ölçüde hafifleyeceği ve silikleşeceği dil gelişiminin boyutuna ve zihinsel bir gerilik bulunup bulunmamasına bağlı. Her çocuk için ayrı ayrı tartılıp hesaplanması gereken bir beklenti. Herşey bir yana, düzelme eğrisinde ailenin sorunları kabul edip, dayanışma içinde hareket etmesinin belirleyici olduğunu kendi gözlemlerimde görmekteyim.
Otizm spektrumu (benzer özellikleri değişik ciddiyet düzeyinde gösteren durumların hepsine birden verilen toptan isim) bozuklukları tanı grubundaki çocuklarda, birkaç ana gelişim alanında problemler gözlüyoruz:
·      Duygusal/sosyal bir karşılıklı ilişkiye girmekte yetersizlik/zorluk,
·      İletişim (sözlü/sözsüz) kurmak ve sürdürmekte yetersizlik/zorluk,
·      Belli bir alana ya da sıraya sınırlı tekrarlayıcı, kısıtlı ilgi ve hareketler (bu hareket ya da merakların ilişki/paylaşım değeri olmadığını, yapılmadıklarında rahatsızlık doğduğunu görürüz);  duyusal aşırı veya “az” duyarlılıklar.
           
Otizmin nedenlerini açıklamak için ortaya atılan (kimisi ciddi bir ürün pazarlama kampanyası ile desteklenen) iddialar çeşitli. Bunlar arasında modern çağın temposu, çevremizdeki (besinlerdeki, aşılardaki, havadaki, gebelikte alınan ürünlerdeki) toksik maddeler ya da ailelerin mutsuzluğu gibileri akla yakın gelseler de, bugüne kadar yapılan araştırmalar bu görüşlere kanıt sağlamadı. Yıllardır toksik madde barındırmayan aşıların uygulandığı ya da çevresel zehirlerin daha iyi denetlendiği ülkelerde de otizmin daha çok tanılanıyorsa, bu etkenler sebep oluyor, demek zor.
Anne-babaların çocukları ile ilişkilerini ve iletişimlerini yoğunlaştırmaları ile içe dönüklükte bir azalma, iletişim arzusunda bir değişiklik görmekteyiz. Diğer yandan, anne-baba-çocuk arasındaki iletişim eksikliğinin otistik belirtilere yol açmadığını biliyoruz.
Gelelim, klipler, reklamlar ve TV ile otizm arasında olduğu söylenen ilişkiye. Dil gelişimini tamamlamamış, iletişim becerileri tam oturmamış, toplumsal ilgisi yeterince güçlü olmayan çocukların, günlerini klip kanalları ya da reklam kuşakları başında geçirmeleri gelişimlerini bozabiliyor; özellikle sözel becerilerin gelişimini kısıtlayıcı etkiler yaratabiliyor. TV, ya da ekranlı araçlar, tek başına otizme neden olamaz. Ancak, bir çocuğun genel gelişimine, bilhassa dikkati gereken yoğunluk ve süre ile verebilmek için gereken mekanizmaların gelişmesini bozabilir. Genel bir öneri olarak, üç yaşın altındaki çocuklar için, hele dil gelişimi yeterli değil ise, televizyondan (ve karşılıklı etkileşim içermeyen ilişkilerden) uzak durmayı öneririm. Çocukların ekranlara değil sahici bir alışverişe girebilecekleri canlılara ihtiyaçları var.
Otizme sebep olan biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenleri henüz tam olarak belirleyemediysek de, otizm belirtilerini hafifletici yaklaşımlar var: çocuğun ilgisini arttırıcı, bilişsel ve iletişim donanımını arttırıcı özel eğitim ve uygulamalı davranış analizi uygulamaları, anne-babanın tutum ve yaklaşımlarını düzenleyici, çocukla iletişimi ve etkileşimi sağlayıcı gelişimsel çalışmalar ve beden kontrolünü ve duyuların eşgüdüm içinde kullanımını sağlayıcı bedensel terapi yöntemleri.
Otizmin ilişki ve iletişim alanlarında yarattığı zaafları giderici ilaç tedavileri ise henüz yok; ancak tekrarlayıcı hareketleri ve dürtü/dikkat problemlerini düzeltici ilaçlardan (çocuk psikiyatrisinin diğer alanlarında olduğu gibi) yararlanabiliyoruz. Otizm belirtileri gösteren çocukların yaklaşık % 20’sinde otizme ek olarak görülen nörolojik bazı hastalıklar (epilepsi ya da kromozomal bozukluklara bağlı sorunlar gibi) için ayrıca tedavi gerekebilir. Bu tedavilerin otizmi iyileştirici etkileri olmasa da, düzeltildikleri ölçüde çocuğun gelişimi üzerindeki ek yükleri hafifletici faydaları olabilir.
Bütün bu bilgilerden bir mesaj çıkartmak istersek: Otizm ve otizme benzeyen gelişimsel problemlerin erken tanınması, duruma bir an evvel müdahale edilebilmesini sağlar. Erken ve yoğun bir eğitim temelli çalışmayla, çocuğa ilişki kurma ve iletişim için gerekli becerilerin kazandırılması amaçlanır. Çocuğunuzun gelişimine ilişkin bir kuşkuya kapıldığınızda, öncelikle çocuk doktorunuza veya bir çocuk psikiyatrisi uzmanına başvurmanız doğru olur.



(çerçeve/tablo şeklinde yayımlanması için)

18 aylık ve daha büyük bir çocukta şu yakınmaların birkaç tanesi var ise, üzerinde durup bir değerlendirme başlatmak gerekir:
·      Konuşmuyor (bir şey söylemiyor), konuşsa da ihtiyaç ifadesinden öteye pek geçmiyor
·      Göstermiyor (kendi eli ile ihtiyaçlarını işaret etmiyor, ilgisini çeken bir şeyi paylaşmak amacıyla getirip göstermiyor),
·      İlgilenmiyor (bir şeyi göstererek dikkatini çekmeye çalıştığımızda)
·      Bakmıyor (ismini söylediğimizde, gözümüze, yüzümüze),
·      Dinlemiyor (kulak vermiyor),
·      Söylenenleri anlamıyor (işine gelenler dışında),
·      Durmuyor (yerinde),
·      Hep aynı şeyleri yapıyor (amaçsızca, gereksiz sıralamalar gibi),
·      Sanki işitmiyor,
·      Oyuncaklarla oynamayı bilmiyor,
·      Bir şeye takılıp kalıyor, aynı hareketi tekrarlıyor
·      Çok "bağımsız", sanki ‘takmaz’ görünümde
·      ‘Göz teması kurduğunda bana yeterince baktığını hissetmiyorum’
·      Çocuklara ilgisi zayıf,
·      ‘Nesneleri diziyor, sıralıyor; bu düzenin bozulmamasını adeta amaç ediniyor’.
·      Sayı, marka gibi ‘sistemli’ bilgileri kolayca öğreniyor.