22 Şubat 2013 Cuma

zorbalar kusursuzluk sever


Zorbalar kusursuzluk sever (2010)


Zorbalık bizde olmaz, dendiğini duyduğumda iki anlam aklıma geliyor. Güçsüz ve azınlıkta olanlara yapılanları “normal” görüyoruz, o zaman, ayrı bir kategori açmaya gerek kalmıyor. Ya da, anormal ama bir farklılık, çeşitlilik ve çok seslilik kapsamında değerlendirip, “olur böyle şeyler “ diyoruz.  Olmaz ile olur’un birleştiği bir nokta oluyor.
İki bakış açısının da zayıf gözükene karşı bir alerjisi var. Küçük çocuklarda belki dikkat etmişsinizdir, yaşlılardan, görünür biçimde bir biçim değişmesine yol açmış sakatlığı olanlardan ya da doğuştan gelme yapısal bozukluğu olanlardan bir biçimde tedirgin olurlar. Kusura karşı tahammülün çok az olduğu okul öncesi yaşlarda, “tam” olmayana, eksiği olana karşı beyin çok güçlü sinyaller verir; çocuğun gördüğü “kusurlu”  kişiyi bir biçimde tehlikeli olarak yorumlamasına yol açar. Büyüdükçe, eksikliklerin bütünlüğü, hayatta kalmayı, kişinin genel işleyişini pek değiştirmediğini fark eden çocukların çoğunda bu rahatsızlık kaybolur. Mükemmeliyetçi eğilimlerin giysi, yemek ya da uyku, temizlik gibi hayatın basit ama temel ayrıntılarına yansıyan yanları da takıntı düzeyinde az kişide devam eder.
Ancak, takıntı olarak bilinen ruhsal durumda bozukluğa da yol açabilen düşünce ve davranış değişikliklerinin beyindeki mekanizmasına baktığınızda, “normal” sayılan bireylerde de, aynı mekanizmaların bazı (örneğin, tehlikedeymiş  ve çaresizlik duygusu yaratan) koşullarda aşırı çalışarak, tıpkı küçük çocukluk döneminde olduğu kişiyi başkalarına karşı duyarlılaştırabildiğini görüyorsunuz. Azınlıklara, farklı gözükenlere, rengi, dili, tipi, dili ya da şivesi (ya da siyasi fikri, tuttuğu takım) bizim standartlarımıza göre bozuk olana “antipati”miz, “nereden çıktı bu adamlar” söylemimiz, karşımızdakinin tehlikeli olduğu, bize zarar verebileceği hissi arttıkça düşmanlık beslemeye dönüşebilir. Bir gece önce çay içmeye evine gittiği komşusunu, bir gece sonra bir güruh ile beraberce gelip yok etmekte bir sakınca görmeyen kişinin ruh hali bu mekanizmanın sonuçlarından ibaret olmasa da, geçmiş zorbalığı da belirleyici olabilen mükemmeliyetçiliğin, kendini kontrolda zorlanmanın ve sıradan takıntılarımızın oturaklı bir etkisi var.
Okuldaki zorbaların seçtikleri çocuklara baktığımda, zorbaların insanın nasıl olup da güçsüz, beceriksiz ya da çaresiz olabileceğini kabul etmekte zorluk çektiklerini düşünüyorum. Hepimizin bir ölçüde gördüğümüzde hemen farkına vardığımız, ve bazılarımızın en azından yakınlarında olduğunda rahatsızlık duyabildiği bu güçsüzlüğü, çaresizliği ya da acizliği (biçimsizliği, çirkinliği, şişmanlığı, sıskalığı, kısa boyluluğu, gözlüklü, “çok aptal” vs vs olmayı) bir türlü kabul etmeyince, ya yok etmeye çalışmak, ya da yok olana kadar hırpalamak içinden geliyor. İçinden geleni yapmak, ve bunun başkaları açısından sonuçlarını hesaba katmamak, konusunda cüretlendirilerek yetiştirilmiş (“özgür”) çocukların okul zorbaları arasında başı çekmesi tesadüf mü? “Her şeyin en iyisi”ni yaşamak ilkesi üzerine kurulu yeni hayatların sahibi bir çok anne-babanın en azından çocuklarının tepesine indirdikleri “özgürlük” kavramını bir kez daha düşünmeleri, ya da kendi anne-babalarına sormaları daha mı iyi olur? Cevabı ben de bilemiyorum. Tartışılacak bir konu daha.


karıncaları ezmek


Karıncaları ezmek (2010)

Okulda her ders arasında hangi takıma alınmayacağı tartışılan (ama futbol oynama arzusundan da vazgeçmeyen) küçük çocuk, topa nasıl olup da vuramadığını hep bir olup suratına haykıran sınıf arkadaşlarının tiksintili öfkesinden nereye kaçacağını şaşırdığı günlerden birisinde defterine “kendimi karınca gibi hissediyorum” diye yazdı. Yazdığı notu okuyan babası, şaşkın kızgınlığını bir kenara atmayı her nasılsa başararak, “nasıl bir karınca?” olmak istediğini sordu. “Zehirli bir karınca olmak isterim. Beni yemek isteyenleri zehirlerim”.
Ekim 2010 başında İstanbul’da düzenlenen “okul ruh sağlığı sempozyumu”nda (bkz. www.prep.com.tr) okulda şiddet teması çerçevesinde bir çok konu ele alındı. Sempozyumda okulların psikolojik danışmanlık birimlerinin şiddeti önlemeye dönük projelerini sergiledikleri forumlar, Türkiye ve başka ülkelerden çocuk ve ergen psikiyatrisi ve psikoloji alanından uzmanların yaptığı konuşma ve çalışma grupları yer aldı. Basitçe “Zorbalık” diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz “bullying” üzerine olan konuşmaları yapan Young Shin Kim ve Bennett Leventhal’in Kore ve ABD’de yürüttükleri araştırmalarına dayanarak hazırladıkları seminerlerinde birkaç nokta ön plana çıktı: 1. Zorbalığa uğrayanlar, sonradan başkalarını ezerek durumu toparlıyor gözükseler de, ruh sağlıklarındaki bozulma pek değişmiyor. 2. Zorbalık yapanların herhangi bir tanımlanabilir ruhsal bozukluğu yok; diğer bir deyişle, psikolojik durumlarını zorbalıklarının bir mazereti sayamıyoruz. 3. Tek şartla, daha önce zorbalığa uğradıklarını biliyorsak, bu bir açıklama olabilir.
Burada zorbalık nedir, kavram üzerinde bir sözbirliği oluşturalım: ortada bir güç dengesizliği olması şart. Yaşça, cüssece, toplumsal statüce veya sayıca üstün bir kişi ya da grubun, kendisinden daha zayıf olana yaptığı her türlü zorlama ve aşağılama, zorbalık olarak kabul edilebilir.
Konuyu kabullenmek istemeyen birisinin yapacağı itiraz şu olabilir: “Çocuklar birbirine kötü davranabilirler. Şişko ya da gerzek gibi sıfatlarla aşağılayabilir, birbirlerini itip kakabilirler. Size hiç olmadı mı, ya da siz hiç yapmadınız mı? bırakalım, çocuklar kendi aralarında halletsinler, özgürce...” kendi aralarında (büyükler karışmadan) ve özgürce terimlerinin ilavesi bu ifadeyi itiraz edilemez kılabilir, en azından başlangıçta. Özgür olmanın sorumsuzluk ile sıkça karıştırıldığı bir kültürde, özgürlüğün 1930’ların faşistlerinin dilinde de pek yaygın olmasını hatırlatmak ne işe yarar? (“Arbeit macht frei”, üstelik bunda hem emek/çalışmak hem özgür kelimeleri var)...
Zorbaca davranışların ve tutumların, birbirine denk çocuklar arasındaki itişme kakışmaların veya laf atmaların ötesinde olduğunu belirteyim. Güç dengesizliğinin belirleyici bir önemi olan durumlarda, yetişkinlerin güçsüz olanı korumak gibi bir sorumluluğu doğduğunu yadsımak kolay... Okulların bazılarında güçlünün güçsüzü ezmesini doğallaştıran yaklaşımların dayanak noktalarından birisi (“özgür bırakalım”, “bunlar çocuk”,”olur böyle şeyler” ya da, “kendileri halletsin” tutmadığında) zorbalığa uğrayanın bir biçimde bunu hak ettiği, hak edecek tahrik edici davranışlarda bulunduğu oluyor.
Bu açıklamanın bir tür gerçeklik payı taşıdığını söyleyebilirim; zorbalığa uğrayan çocukların bir kısmı ya farklı, ürkek, tutuk çocuklar, ya da, görünüşte aktif ve agresif, bazen takıntılı ya da asabi, ama bu davranışlarını kontrol edemediği, bir plan ya da kasıt ile hareket etmediği aşikar olanlar. Çok kişinin antipatik bulabileceği, “ama o da öyle olmasaydı, ya da öyle davranmasaydı” diyeceği çocuklar.
Böyle olmalarının başkalarına onlara efelenme ya da onları ezme hakkı verdiği söylenebilir mi? Herkesin devamlı “hassasiyetler”den, “kendi kutsalına” dokunulmaması gereğinden ( “başkalarınınkine dokunulabilir” olarak okuyabiliriz) söz edip, saldırganlığına bunu mazeret kıldığı bir ortamda, okul çağındaki güçsüz, azınlıkta, hatta tek başına olan çocukların ezilmesine, hoyratça bile değil gaddarca kötü muamele görmesine ses çıkartmak dolaysız zorbalığa uğramasanız bile dışlanmanız için bir sebep olabilir.
Çevreye şöyle baksanız, okullarda ya da toplumun bir çok kesiminde, benim zorba diye tanımlayabileceğim davranışları sergileyenlerin genellikle okulun ya da ülkenin “gurur duyduğu”  kişiler sayıldığını görebilirsiniz. Güçsüz, garip ve azınlıkta/yalnız olanların neden öyle olduklarının, ve öyle olmalarının neden çoğumuzun otomatik olarak sinirine dokunduklarının değerlendirmesini başka bir yazıda yapalım. Ama,  hangi noktada olduğumuzu bilsek iyi olmaz mı? “Bizde olmaz” diye başlayan yiğitlik söylemini bir kenara bırakıp, zorbalığa hayatımızda meşru bir yer açıp açmadığımızı irdeleyerek noktamızı aramaya başlayabiliriz. Karıncaları ezmeye devam etmek istemiyorsak...