31 Ağustos 2012 Cuma

Beyin gelişimi ve davranış olgunluğu



444 ve beyin gelişiminin davranış olgunluğuyla ilişkisi konusunda konusunda epeyce yazıp çizdim ve konuştum. Bu konuya bıktırma pahasına bir kez daha değinip, problemlere işaret etmek istiyorum.
Geçen hafta Enver Aysever’in TV’deki Aykırı Sorular’ına yeni  düzen beyin gelişimine ne kadar uygun sorusuna verdiğim cevaplardan sonra twitter’da devam eden görüş alışverişlerinden ve konuya ilişkin yeni müfredat açıklamasından hareketle cevap bekleyen bir kaç soru daha:
66 ay ve üstündeki çocuklar için düzenlenen 1inci sınıf müfredat içeriği ‘anasınıfı’ özelliklerinde ise, beyin/davranış gelişimleri buna elverebilir. Bu iyi haber. Peki, o zaman sınıfın adı neden 1inci sınıf? Içerik okulöncesi ama öğretmen okulöncesi öğretmeni değil? Son dakikada açılan kursla seminerle okulöncesi öğretmeni yetiştirmek mümkün mü? Bu soruların cevabını araştırmak iokul öncesi ilköğretim alanındaki eğitimcilerin işi. Ama eksik ve gedikleri, ezberci ve yaptırımcılığı hükümetlerüstü olan eğitim sistemimizin paydaşı olan çocuk psikiyatrları ve annebabalar kontenjanından söz söyleme hakkı doğmakta. Ben davranış ve beyin gelişimi kısmına döneyim:
Okulöncesi eğitim veren ama adı 1inci sınıf olan sınıfların boyutu, fiziki özellikleri ve öğretmen formasyonunun nasıl düzenlendiği, kağıttaki eğitimin hayata geçişini belirler. Çocuklar çevrenin kendileri üzerindeki etkisini süzmekte çok başarılı olamadıkları için, dikkatleri kolayca çelinir. ‘Tahtayı’ ya da tableti takip etmek zorlaşır. Kalabalık, gürültülü ve sıkışık mekanlarda öğretmenlerin öğrencilerine erişimleri de kısıtlanır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu semptomlarını taşıyan çocuklar genellikle çevre koşullarının etkisine daha açık, kolayca dağılıp davranış kontrolunu kaybettikleri için ‘yaramaz’, ‘azgın’ ya da ‘dalgın’ gibi sıfatlarla tanımlanırlar. Tabii, her ‘azgın’ ya da ‘yaramaz’ DEHB değildir.
Kendini kontrolun gelişimi. Okullarda aynı sınıf içinde yaşı daha küçük olanların kendilerinden sadece 11 ay daha büyük olanların 2 katı oranda davranış problemi göstermesi ise bu probleme zemin teşkil eden zaafın yaşa bağlı olarak azaldığını düşündürür. Kendini kontrol becerisi zaman içinde özellikle 7 yaş (84 ay ve sonrası) civarında çocukların yarısında tam, yaklaşık %40’ında ise tam olmasa da ‘idare’ edecek kadar mevcuttur.
Beyinde kendini kontrol becerisinden sorumlu alanlar (başta prefrontal korteks) da 7 yaş civarında aynı oranlarda gerekli olgunluğa (kortekste belli bir kalınlık) erişirler. Bu noktadan sonra, ergenliğin başlangıcına (12-14 yaş) kadar gelişmelerini derinleştirirler. Bağımsız gelişmelerini tamamlamış beyin bölgeleri ergenlikte birbirleriyle bağlanarak ortak ve koordinasyon içinde çalıştıkça olgunlaşma yönünde ilerlenir (16-18 yaş).
Tipik gelişen çocuklara göre yaklaşık 2.5 yıl kadar geriden takip eden DEHB tanılı çocuklar ise beyin gelişimlerindeki bu gecikme sebebiyle başka çocuklar için uygun sayılabilecek (açıkçası bu da pek doğru değil, ama öyle varsayalım) eğitim ve davranış kontrol yükünü taşıyamaz durumdadırar.

Gelişim hızı her çocukta, elbette, aynı değildir. Ancak sınıfın ortalama temposundan kopacak kadar geride kalan ve öğrenme ve davranış sorunları gösteren (çoğu DEHB tanılı) kesim genellikle sınıfın % 5-7’si oranındayken, müfredat ağırlığı/uygunsuzluğu, fiziki koşulların yetersizliği, yoksulluk ve toplumsal travma, yetersiz öğretici kadro gibi etkenler bu oranı yukarı tırmandırır. Istanbul’da bir ilçede yaptığımız çalışmada orta-üst sınıfların bulunduğu bölgedeki devlet okullarında oranlar ABD’deki oranlara benzerken, kalabalık göçmen ve yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okullarda davranış ve öğrenme sorunu (en sık dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu) gösterenlerin oranı hızla en az iki katına tırmanıyordu.
Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) özelliklerindeki çocukların oranı artar. 60-71 ay arasındakileri okulöncesi yerine, içerik hafifletilmiş de olsa eğitimcileri, sınıf nüfusu ve fiziki koşulları yeterli olmayan 1inci sınıflara gönderdiğimizde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu oranının iki katına çıkması çok muhtemel olur.
Kağıt üzerinde DEHB tanılı çocuklar için bir çok hak var. 1997 tarihli içerik oalark ilerici sayılacak yönetmelik zaman içinde epey bir budansa da, davranış ve dikkat sorunları olan çocuklara kamunun sorumluluklarını çok iyi tanımlar. Ancak kağıt üzerinde kalmaması mücadeleci annebabalar ve onlara destek olan rehberlik araştırma merkezi uzmanları, öğretmenler ve yöneticilerin varlığı ölçüsünde mümkün olmuştur.
Kamunun görevleri. Örneğin, bu düzenlemelerde sınıfta oturamayan çocuklara ikinci/yardımcı/’gölge’ öğretmen tahsis uygulaması ile yardım sağlama görevini kamu yerine getirmediği gibi, ailelerin bunu organize etmesine de binbir engel çıkartır. Aileleri haklarını kullanmaktan caydırıcı söylemler, eldeki imkanların kısıtlılığı ve öğretmenlerin zaten çok ağır olan yüklerini arttırıcı ek işler eklenmesi gibi makul sebeplerden beslenir. Herkesin kendini çaresiz hissetmesi ile sonuçlanan moral bozucu bu döngüden en çok çocuklar zarar görür.

Yeni düzenlemeler, eski düzenlemede çözülememiş (ama faaliyet raporlarında hallolmuş gibi gözüken) bu sorunların, DEHB özelliği taşımayan çocuklara yayılması olasılığını getirmektedir. Üstelik, okulöncesi eğitim ile kendini kontrol becerileri (ve bir olasılık buna zemin teşkil eden beyin bölgeleri) vakitlice ve yeterince gelişme fırsatı bulabilecekken, bu alan şimdilik tıkanık gözükmektedir.

Birinci sınıf olarak ilan edilen ama okulöncesi müfredatı okutulacağı belirtilen çocukları okulöncesi ilan etmek, gereksiz yük almayı engelleyici olabilir.

Yaygın ve herkese eşit sağlanan okul öncesi eğitim, kişilik gelişimini ve akademik performansı olumlu etkileyecek, toplam 12 yıllık eğitim sürecine ve toplumsal hayata iyi bir başlangıç sağlayacaktır.

Aksi takdirde, sadece sınavda çıkacak soruların cevaplarını ezberleyen, okuyan ama okuduğunu anlamayan, toplama çıkartma yapan ama problem çözemeyen, evinin yolunu tarif edemeyen, çok eğitim görmüş ama hiç bir şey öğrenmemiş gençlerin oranı iyice artacaktır.
Mış gibi yapmanın iyi öğretildiği bir düzenden hepimiz zarar görüyoruz; bu tartışma konusunu siyasi ya da ideolojik bir malzemeye indirgemekle geleceğe yazık ederiz.

17 Ağustos 2012 Cuma

zorbalığı yanlış yerde aramak


Zorbalığı yanlış yerde aramak

Okul dönemi bitmeden bir okulun danışmanları ile telefonda konuşuyorum. Konu, okulda sağa sola saldırdığı söylenen 8 yaşındaki kız çocuğu. Çevre için tehlike oluşturduğunu belirtiyorlar. Saldırganlık tehlikeli sonuçlar doğurabilir, aynı kanıdayım; ancak bir çocuk için yaptığımız değerlendirmede çocuğun gelişimini henüz tamamlamamış bir varlık olduğunu akılda tutmalıyız. Henüz gelişmemiş ya da gelişimi bir bozukluk sebebiyle gecikmiş ya da yolunu şaşırmış olan bir çocukta, kendisinin değil beyninin devrede olduğunu söylemek mümkün. Çocuğun ‘kendisi’ henüz tamamlanmamış bir inşaat gibi… Her çocuğun farklı sürat ve niteliklerde gerçekleştirdiği bir yapım süreci. ‘Problem var’ denilen durumlarda, sürecin sürati ve verimliliği ciddi biçimde düşmüş, gelişimi daha da engelleyici olmuş sayılabilir.
Okuldaki duruma dönersek. Benim izlenimim, çocuğun saldırgan yapıda olmasından ziyade, tepkilerini kontrol edemezliği. Bu sebeple de zorbalık hedefi oluyor. Telefondaki danışman, ‘nasıl olur, herkese şiddet uygulayıp, kovalayan o çocuk’ diyor.
Açıklamam şu: Çevresindekilerin niyetlerini doğru okumayı beceremiyor. O anın dışına çıkarak durumu değerlendirmeyi henüz yapamıyor. Çocuğu kızdırıp peşlerinden koşturtanların istediğini yapmaktan (yanlış okuduğu verilerle aşırı hareketlenen dürtülerini de kontrol edemediği için) kendisini alamıyor.  Bu durumun tanısal adı, Asperger sendromu.
Çocuğun beyin gelişimindeki kusurların ürünü olan rahatsızlığının parçası olan özellikleri var. Bu özelliklerden, bilhassa dış etkilere açıklığı, dış dünyada olan biteni yeterince ayırt edemezliği ve tepkisini kontrol edemezliği bir araya gelince, okullardaki zorbaların oyuncağı olabiliyor.
Problem durumu ele alırken, saldırganlığı kimin başlattığına sınırlı kalmamak gerek. Daha ziyade bu çocuğun bir gelişimsel zaafından yararlanılması, ve bu zaaf sebebiyle ortada olan güç asimetrisinin sonuna kadar kullanılması. Zorbalık bu özünde: Bir güç asimetrisi (sayı, cüsse, psikolojik gelişmişlik farkları) var ve olan bitene bu asimetri yön veriyor. Yoksa, okul bahçesinde oradan oraya beyhude ve perişan biçimde koşturarak, onlarca çocuğa ‘şiddet uygulamayan’ asıl kurbanı zorba olarak tanımlayıvermek işten bile değil. Asperger sendromu ya da başka gelişimsel sorunları olan hemen her çocuk ayrımcılık ya da zorbalık ile karşılaşabiliyor; o nedenle zorbalığa maruz kalmayı çocukların bir kendi seçimi değil, beyinlerinin ve zihinlerinin bir ürünü, kendi yapmadıkları bir durum olarak görmeliyiz (yazının ilk bölümündeki durumun tam tersi olarak).
Yetişkin yaşta, özellikle dürtü kontrolünü ve sosyal durumları değerlendirme yetisini biraz olsun kazandığında, aynı durum nasıl değerlendirilmeli? Güç asimetrisi var ise, benzer bir bakış uygulayabiliriz. Ancak, kişinin yetilerinin bir çocuktan daha farklı olması, ‘beyninin mi, kendisinin mi sorumlu olduğu’ sorusuna (yine çocuktaki durumdan farklı olarak) birden çok cevap bulmamızı doğuracaktır.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

okula başlaMAMA raporu !!


Sağlık Bakanlığı, 66+ çocukları okula geç başlatma için (kamuda çalışan) çocuk hekimlerinin rapor verebileceğini belirtmiş.  
Rapor alma konusundaki görüşlerimi bir önceki postta görebilirsiniz. kısaca aktarayım:

Gelişimsel bozukluğu ya da tanılanmış başka gelişim gecikmesi ya da zihinsel geriliği olan çocukların ihtiyaçları neyse, doktorları zaten yol gösterecektir.

Tanısal olarak bu özelliklerde olmayan çocuklara ve gelişimi yolunda giden çocuklara rapor vermekle bu konunun çözülmesi zor; 
çocuklara okul yükünü nasıl uyduracaklarını, müfredatı gelişimlerine göre nasıl ayarlayacaklarını MEB yetkililerinin bir an evvel açıklaması gerekir.
Çocukların aslında büyük çoğunluğunun gelişiminin mevcut 1inci sınıf akademik/sosyal yükünü taşıyacak düzeyde tamamlanmamış olması gerçeğini MEB görmüyor. 
Çocukların gelişim düzeyini gözönüne alarak, ihtiyaçlarına göre olan eğitim düzenlemesinin nasıl yapılacağı hakkındaki görüşünü ya da ne yapacağını henüz bilmiyoruz.


T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği
BASIN AÇIKLAMASI
27/08/2003 tarihli ve 25212 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin 15 inci maddesinin “İlkokulların birinci sınıfına, kayıtların yapıldığı yılın eylül ayı sonu itibarıyla 66 ayını dolduran çocukların kaydı yapılır. Gelişim yönünden ilkokula hazır olduğu anlaşılan 60-66 ay arası çocuklardan, velisinin yazılı isteği bulunanlar da ilkokul birinci sınıfa kaydedilir.
Yaşça kayıt hakkını elde eden, ancak bedenen veya zihnen yeterince gelişmemiş olup okula uyum sağlayamayan 66 ay ve üzeri çocuklar da kasım ayı sonuna kadar sağlık kurumlarından verilen bedenen veya zihnen gelişmemiş tıbbi tanılı rapor üzerine okul öncesi eğitime yönlendirilebilir veyakayıtları bir yıl ertelenebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm uyarınca, bedenen veya zihnen yeterli gelişimi tamamlamamış olan 66 ay ve üzeri çocuklara kasım ayı sonuna kadar sağlık kurumlarından verilen tıbbitanılı rapor üzerine İlkokul kayıtları bir yıl ertelenebilmektedir.
Bu bağlamda; Bakanlığımızca yapılan değerlendirmede, "ilkokul için bedeni veya zihni gelişimi yeterli olmadığı düşünülen 66 ay ve üzeri çocuklara verilecektıbbi tanılı raporun, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları tarafından düzenlenmesi uygun görülmüştür".
Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları yapacakları muayene ve değerlendirme neticesinde rapor düzenleyecektir. Ancak ihtiyaç duyulması halinde, gerekli tetkikler ve konsültasyonlar yapılmak suretiyle ilgili hekim tarafından tek hekim raporu tamamlanacaktır. Bu rapor, kamu ve üniversiteye bağlı sağlık kurumlarında görev yapan çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları tarafından düzenlenebilecektir.

5 Ağustos 2012 Pazar

Okula başlama yaşı karmaşası: MEB topu doktorlara atmasın


Okula başlama yaşı karmaşası: MEB topu doktorlara atmasın
Doktorların eğitimdeki karmaşa ve rapor aldırtma yoluyla meseleyi sağlık sistemine havale etme durumu hakkındaki görüşünü özetleyen bir bildiri yayımlandı.
(bu paragrafın sonunda okuyabilirsiniz)

Bir kez daha eğitim ve çocuklar
Çocukların hak ettikleri eğitimi almalarını sağlayacak sahici düzenlemeler yerine eğreti yaklaşımlar getiren milli eğitim yetkililerinin başlangıcı geciktirmek isteyen ailelerin gelişimlerinin geri olduğunu belirten sağlık kurulu raporu alınması ‘önerisi’ neden yanlış? 'Rapor alma' yolu kullanıldığında bir çok çocuk yersiz yere gelişiminde bir gerilik var olarak tanımlanırken,  bir sorunu olmadığı halde okula gitmeyi erteletici 'rapor' temin etme talepleri çocuk psikiyatri kliniklerinde gerçek ihtiyaç sahiplerine verilen sağlık hizmetini aksatacak. Hastane yönetimlerinde eşi dostu olana ne işe yaradığı belirsiz bir ayrıcalık tanıyacak, toplumun geniş kesimlerindeki çocuklar için herhangi bir yarar ya da hak düzeltmesi sağlamayacak. Diğer yandan, gelişimlerinde tanılanabilir problemleri olan çocukların durumuna yönelik düzenlemelerden bir anlam çıkartmak zor;  hele mevcut haklar bile az sayıda olumlu örnek dışında kağıt üzerinde kalıyorken.
Yeni düzenleme toplumun yoksul ve çok çocuklu aileleri açısından çocukların eskisine göre 1 yıl daha erken okula gitmesini sağlayarak bu aileleri bir anlamda rahatlatıcı ve yüklerini azaltıcı etki getirebilir. Ancak, bu rahatlatmanın etkisi kısa vadeli. Zihinsel ve beyinsel gelişim düzeyine uygun bir eğitim içeriği olup olmayacağına ilişkin hiç bir ipucu yokken, hazır olmadığı bir eğitim yükü altına vakitsizce giren çocukların gerçek anlamda iyi bir eğitim almayacağı apaçık.
Üstelik, aynı yaşta olan çocuklar arasında bile ay farkına bağlı olarak davranış sorunları oranı artmakta. Ne kadar küçükseniz, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu yaşama olasılığınız yükseliyor. Önümüzdeki dönemde yaşın daha da aşağıya çekilmesi, yüklerin çocuklara göre ayarlanmaması dikkat eksikliği/hiperaktivite problemini daha da arttıracak.
Çocukların davranış  ve dürtü kontrolu açısından gereken yeterli beyin gelişimi ortalama ancak 7 yaş civarında tamamlanıyor. İlkokul birinci sınıf mevcut içeriğinin getirdiği aşırı yükü taşımak bile çok zorken, yeni düzenleme ile birinci sınıf öğrencisi yapılan 5 yaş (60 ay) çocuklarına nasıl bir eğitim yapılacağını anne-babaların ve öğretmenlerin bilmiyor olması endişeleri çoğaltıyor.
Tek tek çocukları bu yükten muaf tutma raporuna aslında gerek yok. Çocuklar zaten yaşları ve beyin gelişimleri gereği en az 72 aya kadar okul öncesi eğitim ilkeleri ile eğitim görmeliler.
Okul öncesi dönemin kapsamını genişleterek, en az akademik amaçlar kadar önemli sosyal ve duygusal gelişim amacına uygun yetişmelerini sağlayacak okul öncesi eğitim sistemini geliştirmek daha iyi olmaz mı? Ilkokul müfredatındaki ezberci ve kalıpçı nitelikte, geniş ve esnek düşünmeyi önleyici içeriği toptan değiştirerek gerçek bir katkı yapmak isteyen bir yetki sahibi yok mu?
Çocukların gelişiminde bir gerilik yok; gelişimlerine uymayan bir yük altına sokmaya çalışmakta ise çok ciddi bir sorun var.
Derme çatma düzenlemelerle yapılan bu uygulamaların çocuk psikiyatrisi alanına giren tipte sorunları (dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü gibi, akademik sorunlara ikincil duygusal sorunlar, sosyal kaygı gibi meseleler) arttırıcı olmasından ciddi endişe duymaktayım. ( YY)


bildiri
Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği ve Eğitim Sen, 4+4+4 eğitim sistemini başlatan Milli Eğitim Bakanlığı'nın, endişeleri nedeniyle çocuklarını erken yaşta okula göndermek istemeyen ailelere çocukları için doktor raporu alma yolunu göstermesiyle ilgili olarak ortak basın açıklaması yaptı. TTB'de bugün (4 Ağustos 2012) gerçekleştirilen basın toplantısına TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan, Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derrneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu ve Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız katıldılar. Ortak açıklamayı Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu okudu.
Basın toplantısında, bilimsel açıdan 72 ayını doldurmamış olan çocukların okula başlamasının doğru bulunmadığı bir kez daha hatırlatılırken, bu konuda kaygısı olan ailelerin rapor almaya yönlendirilmesinin dayatma ve bilim dışı olduğu vurgulandı. Bu konunun hekimlik meselesi değil, eğitim meselesi olduğunun kaydedildiği toplantıda, "Milli Eğitim Bakanlığı topu hekimlere atmaktan vazgeçmelidir" denildi.
04.08.2012

BASIN BİLDİRGESİ
4+4+4 Uygulamasına Ailelerin Gösterdikleri Tepkilerin Çözüm Yeri Hastaneler Değil Eğitim Kurumlarıdır!

4+4+4 uygulamasıyla 66 ayı doldurmuş çocuklarımızın ilköğretime başlamasının gündeme gelmesi, ailelerin buna karşı çıkmaları ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın konuya çözüm bulmak yerine aileleri çocuk psikiyatristlerine yönlendirerek soruna hastanelerden çözüm beklemesi  üzerine bu toplantıyı düzenlemiş bulunuyoruz. Eğitimcilerden ve sağlık bilimcilerden görüş alınmaksızın hazırlanan bu yasanın çocuklar açısından sakıncalarını ve çözüm önerilerimizi iletmek dileğindeyiz.
*Gelişim dönemi açısından henüz oyun çağında bulunan 66 aylık çocuğun okul öncesi eğitim almadan ilkokul disiplinine girmesi, onun ruhsal, duygusal ve bilişsel gelişimini sekteye uğratarak yıllarca sürecek olan akademik hayatı açısından olumsuz sonuçlar doğuracaktır..
*5 yaş çocuğu (60-71 aylar arası)zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula henüz hazır değildir. Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan(72 ay) önce tamamlanmaz. Bu bilimsel ortalama dışında kalan çok az çocuk vardır.
* Çocukların bu gelişimleri tamamlanmadan ilkokul 1. sınıfa başlamaları  ruh sağlığını pek çok yönden olumsuz olarak etkileyecektir:
-Küçük yaşta okula başlayanlarda  ayrılık kaygısı rahatsızlığı görülme  riski, altı yaşında ilkokula başlayan çocuklara göre daha fazladır. Özellikle bu çocuklar okul öncesi eğitim almadılarsa risk daha da artmaktadır.
-Dürtü kontrolü 5 yaşındaki bir çocukta tam gelişmediğinden davranışlarının kontrolünü sağlamakta zorlanacak, sınıfta sırasında bekleyemeyecek ve ilkokulda uyması gereken kurallara uymakta güçlükler yaşayabilecektir.
-Beş yaşından önce el-göz kordinasyonunun, ince motor becerilerin, işlemsel düşüncenin tam gelişmemiş olması, soyut düşüncenin yetersizliği ve dikkati sürdürmedeki güçlükler nedeniyle bu yaştaki çocuklar öğrenme becerilerinde zorlanacaklardı
r. Bu yaştaki çocukların okulda belli seviyede başarı elde etmekte zorlanmaları gelişimsel açıdan normal olmasına karşın okul programları kapsamında beklenen kazanımları karşılamamaları nedeniyle, başarısızlık olarak yorumlanacak ve gereksiz olarak ‘zeka geriliği’, ‘öğrenme güçlüğü’ veya ‘dikkat eksikliği’ olduğu gibi tanımlara maruz kalacaktır.
*Ayrıca bu çocukların 6 yaş grubu (72-83 aylar) ile aynı sınıflarda eğitime alınacağı açıklanmıştır. Bu da ayrı bir sakınca getirmektedir. Bu demektir ki aynı sınıfta 60-83 aylar arasında, yani aralarında yaklaşık 2 yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler açısından 72-83 aylık çocuklar  doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecek, beklenenleri daha kolay yerine getirecektir. 60-66 aydakiler de bu durumda zorunlu olarak sınıfın daha  başarısız ve geriden gelen grubunu oluşturacaklardır, yani bu grup daha okula başlarken başarısızlık duygusuna mahkum edilecek ve bu duygu onlarla eğitim yaşamları boyunca gidecektir. Erken dönemde kazanılan başarısızlık duygusunun çocukların daha sonraları da kendilerine güven duymalarını engellediği bilimsel olarak gösterilmiştir. Erken dönemde başarısızlık duygusu
edinen çocukların okuldan soğudukları ve okul yaşamını kısa sürede bıraktıkları yapılan araştırmaların çok net olarak ortaya koyduğu bir gerçektir. Dolayısıyla eğitime başlama yaşını aşağıya indirmenin önemli bir sonucu kendini başarısız görerek büyüyen ve dolayısıyla kendine güvensiz ve başarılı olabileceğine inancı kalmamış nesiller yetiştirmek olacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir sorumluluk aldığının da farkında mıdır?
* Ayrıca  5 yaş uygulaması 1983-1985 yıllarında zaten ülkemizde denenmiş ve olumsuz sonuçlarından dolayı vazgeçilmiştir,
* Ülkemizde yapıldığı gibi okul öncesi eğitimi ilkokulun ilk yılına sıkıştırmak ve sınıf öğretmenlerini okul öncesi çağı çocuklarıyla eğitim yapmaya zorlamak gibi bir uygulama dünyada kabul görmemekte, gelişmiş ülkelerde yaygın ve ücretsiz okul öncesi eğitim ve kreş imkanları sağlanmaktadır. Eğitimin bu evreleri çocuğa temel oluşturduğundan vazgeçilmez önemdedir, geçiştirilemez.
*Daha önce de duyurmaya çalıştığımız tüm bu gerçeklere karşın okullarda ve müfredatta hiçbir yeterli hazırlık olmadan uygulama başlatılmaktadır. Okulların maddi koşulları, sıraları, tuvaletleri, tahtaları bu denli küçük çocuklar için hazır değildir. İlköğretim öğretmenleri 5 yaş çocuklarla çalışmaya ve aralarında 2 yaş fark olan iki farklı grubu aynı sınıf ortamı içinde eğitmeye hazır değildir. Bu sınıflar köy okullarındaki her yaştan 1-2 çocuğun bulunduğu sınıflarda çok daha farklı olacaktır ve öğretmenler için de buna uygun mesleki eğitim programı yapılması gerekir. Veliler  de endişelidir. Birçok velinin çocuğunu okula göndermek istemediğini basından da duymaktayız. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu uygulamanın yanlışlığını ve sakıncalarını görmek ve çözüm aramak yerine “çocuğunu okula göndermek istemeyen nörologlardan ya da psikiyatrlardan çocuk
zihnen okula başlamaya uygun değildir, diyen rapor almak zorundadır” diyerek çözüm bulma işini, hiç danışmadan doktorlara atmıştır.
*Bu duyurular ve düzenlemeler çocuğunun durumu hakkında kaygılanan pek çok ailenin, çocuğunu okula bu yıl başlatmamak için doktor kapılarına dayanmasına yol açmıştır. Plansız, programsız, bilimi ve tarafların itirazlarını dikkate almadan dayatılan uygulamalar nedeniyle hekimler zor duruma sokulmakta, hatta ailelerle karşı karşıya bırakılmaktadır. Sayısı 600.000’i bulduğu belirtilen bu çocukların çocuk psikiyatrisi veya çocuk nörolojisi kliniklerinde değerlendirilmesinin ne demek olduğunun Milli Eğitim Bakanlığı’nca  yeterince düşünülmemiş olduğu kanısındayız. Bir çocuğun çocuk psikiyatrisi kliniğinde değerlendirilmesi en az 30-45 dakikadır. Bu değerlendirme için ailelerin önceden randevu alması gerektiğinden randevu sıraları yoğun başvuru nedeniyle çok uzayacak, çocukların bir kısmı okul açılma zamanı geldiğinde bile değerlendirilememiş olabilecek ve yanlış sınıfa
verilme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca bu grubun randevuları doldurması kliniklerde tedavisi sürdürülmekte olan hastaların randevularını aksatacak ve tedavileri de yarım kalmış olacaktır. Milli Eğitim Bakanı’nın bu önerisi pratik uygulamada yaratacağı önemli sorunlar nedeniyle uygulanabilir görünmemektedir. Bu sadece milli eğitim kurumlarında çözüm bulması gereken bir sorunun sorumluluğunu başka bir meslek grubuna yükleyerek çözüm aramaktan sıyrılmaya çalışması ve kendi çaresizliğiyle hekimlerden medet ummasıdır.
*Milli Eğitim Bakanı geçtiğimiz günlerde bir açıklama daha yapmıştır: “Orta ve alt gelir grubundan vatandaşlar çocuğunu okula göndermek isterken, üst ve orta gelir grubu ve eğitimli kesimin çocuğunu okula göndermekten çekindiğini” ifade etmiştir.  Bu sözler, eğitimde iyice belirginleşen sınıfsal ayrışmanın ve  fırsat eşitsizliğinin göstergesidir. Belli ki “eğitimli kesim”den birçok veli mevcut sorunları görmekte ve çocuğunu okula geç başlatmak istemektedir.. Az eğitimli ve dar gelirli ailelerin çocuklarını ‘bir an önce yetiştirmek kaygısı’ büyük olduğundan onların ‘çocukları erken okula gönderip, bir an önce bu sorumluluğu tamamlamak’ endişesi anlaşılır birşeydir. Çocuklarını okula erken başlatan üst ve orta gelirli, eğitimli  aileler belki özel dersler ve diğer destekleyici eğitimlerle erken başlamanın dezavantajlarını ortadan kaldırabileceklerdir. Ancak
yoksul ve daha az eğitimli kesimin erkenden noksan koşullarda eğitime başlayan çocuklarını ise bekleyenler:
-Eğitim sürecinde yaş farkından doğan açıkların kapatılamaması ve mevcut konumlarının daha da dezavantajlı hale gelmesi,
-Okul eğitimi aşamasında yaşanan zorluklar sonucunda zorunlu olarak mesleki eğitime yönelme ve daha erken yaşta çıraklıkla, işyerleriyle tanışmaları, ve
-Özellikle kız çocukları için; daha erken bir yaşta açık lise uygulaması ile mekânsal olarak okuldan koparılmalarıdır.
*Sonuç olarak: şimdiye dek, eğitim fakültelerinin, meslek örgütlerinin ve eğitimcilerin hiçbir önerisini dikkate almayan Milli Eğitim Bakanlığı’nı ve çocuklarımızı yeni dönemin başlamasıyla okullarda bir kaos ortamı beklemektedir. Endişemiz bu kaostan öğrencilerimizin onarılamayacak zararlar görmesidir. Çocukların 72 aydan önce ilkokul 1. sınıfa başlamaları başta kaygı bozuklukları, okul başarısızlığı, kendine güvensiz olarak büyümeleri  ve davranış sorunlarının gelişmesi açısından sakıncalıdır. Bu yaştaki çocukların okul öncesi eğitim almaları daha doğrudur.
Saydığımız bilimsel gerekçeler ışığında ilkokula başlama yaşı 72 ay ve üstü olarak ivedilikle düzeltilmelidir. Önümüzdeki eğitim-öğretim yılı için söz konusu yasal düzenleme yetiştirilemeyecek ise Milli Eğitim Bakanlığı taraflarla bir araya gelerek çocuklarımızın zarar görmeyeceği bir çözümü ortaya koymalı, aileleri hekimlere yönlendirmekten vazgeçmeli, ülkenin eğitim sorunlarına çözüm için hekimlerden çare bekler duruma düşülmemelidir.
Saygılarımızla kamuoyuna duyururuz.
Türk Tabipleri Birliği / Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği / Eğitim Sen (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası)